Atatürk, 10 Kasım 1938 günü hayata gözlerini yumdu. Ancak onu anlama ve anlatma çabası, aradan geçen 86 yıla rağmen sürüyor. Çünkü hayat bize onu sık sık düşündürtüyor.
Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün kafasında uzun yıllar şekillendirdiği bir projeydi. Zaferden sonraki devrimleri ve hayalindeki Türkiye’yi önden planlamıştı:
Demokratik, laik, insan haklarına dayalı, kadın erkek eşitliğini gözeten, aklın ve bilimin izinden giden modern bir hukuk devleti…
Azimli, meraklı ve etrafında olup bitene karşı uyanık bir yetimin kurduğu hayallerle başlayan bu yolculuk, yıkık ve bitap düşmüş ülkeyi parçalanışın kenarından alacak, yıllar süren savaş ve ardından gelen aralıksız devrimlerle yeni ve saygın bir devlete dönüştürecekti.
Cumhuriyet bir asrı geride bırakıp ikinci yüzyılına girmişken Atatürk’ün başlattığı mücadele de bitmiş değil.
Onu, hayat hikâyesine yakışır bir sinema filmi ile tüm dünyaya tanıtma fikri de yeni sayılmaz. Yazar Murat Toklucu, Türkiye’deki gazete arşivlerinin 1940’lardan 1990’lara kadar yabancı sinemacılarla yapılması düşünülen onlarca Atatürk filmi haberiyle dolu olduğunu yazar. Ancak bu Atatürk filmi bir türlü çekilemez.
Ta ki yapımcı Saner Ayar, senarist Necati Şahin ve yönetmen Mehmet Ada Öztekin, ATATÜRK 1881-1919 filmiyle bu hayâli gerçeğe dönüştürene kadar.
Tıpkı öncülleri gibi türlü badireler atlatan film Amazon Prime Video’nun devreye girmesiyle izleyicilerle buluşabildi. Atatürk’ün 86. ölüm yıl dönümünde ise orijinal formatında, altı bölümlük dizi olarak yalnızca Prime Video’da izlenebilecek.
Fayn, Amazon Türkiye işbirliği ile Mustafa Kemal Atatürk’ün çok bilinmeyen özelliklerini ATATÜRK 1881-1919 filmi ve hakkında yazılan biyografi kitaplarına yansıyan 10 anekdotla anlattı.
* Filmdeki kimi sahnelerde tarihsel gerçeklikten kopmamak kaydıyla kurgusal unsurlara yer verilmiştir. Metindeki alıntılardan bazıları da filmdeki kurgu sahnelerdendir.
1881 yılında Mustafa’nın doğduğu Selanik 100 bine yakın nüfuslu, modernleşmenin izlerinin görüldüğü, gelenekselle yeninin bir arada olduğu bir şehirdi. Kreiser’in Atatürk biyografisinde anlattığına göre, musluk suyunun, gaz lambasının ve tramvayın (1893) olduğu bir liman kentiydi. Farklı dine mensuplar bir arada yaşardı. Ticaret canlıydı.
Mustafa’nın babası Ali Rıza Bey astsubay ve gümrük memuru olarak devlette çalıştıktan sonra kereste ticaretine başlamıştı. Ülke meselelerine dertlenen, sözünü esirgemeyen biriydi.
Kız kardeşi Makbule’nin anlatımına göre eşkıyalar babalarını tam üç kez fidye için kaçırmış, Ali Rıza Efendi boyun eğmeyince tüm tomruk ve kereste stokları yakılmış, işleri bozulmuştu. Zamanla sağlığı da…
Ali Rıza Bey ölüm döşeğinde 12 yaşındaki oğlu Mustafa’ya son bir nasihat verdi:
“Sana bir mesuliyet vereceğim ama unutma mesuliyetin yükü ölümden de ağırdır. Okuyacaksın, büyük adam olacaksın, kimseye kendini ezdirmeyeceksin.”
Mustafa Kemal babasının ölümünden, asayişi sağlayıp eşkıyaları durduramayan aciz idarenin sorumlu olduğunu düşünüyordu.
Babasının vefatından sonra Mustafa’nın hayatı zorlaştı. Annesi biri 40 günlük üç çocuğuyla dul kalmıştı. Mustafa ise azimli, meraklı, akıllı bir çocuktu.
Annesi ve dayısı arasında küçük Mustafa’nın geleceği tartışma konusu olmuştu. Zübeyde Hanım ağabeyine “Yetimdir bu çocuk, yetimden ne olur?” diye haykırmıştı.
Mustafa bu konuşmayı duydu. Ve hiç unutmadı. Annesine aksini peyderpey ispat edecekti.
Mustafa, Selanik’te askeri rüştiyeye devam ederken çevresinde yaşananlara duyarlı bir çocuktu.
Gazeteci ve yazar İpek Çalışlar’ın Mustafa Kemal Atatürk: Mücadelesi ve Özel Hayatı kitabında anlattığına göre, bir okul arkadaşının teyzesinin eşi tarafından kapıya konulması onu çok öfkelendirmişti.
Hararetli hararetli teyzesiyle birlikte sokakta kalan arkadaşının durumunu annesine anlattığında Zübeyde Hanım “kısmet” demişti. Mustafa’nın tepkisi, geleceğin liderinin vizyonunu açık ediyordu:
“Kısmet değil bu anne. Haksızlık bu. Çoluklu çocuklu bir kadın. Kim bakacak bunlara? Tek bir adamın sözüyle her şey birden yıkılıveriyor. Yalnız biz erkekler mi haklıyız?”
Aklı almıyordu kadınların maruz kaldığı haksızlıkları, mesnetsiz suçlamaları, hakkın hukukun kadınlara gelince farklı olmasını…
Annesinin kapısına gelen, yardım isteyen, haksızlığa uğramış kadınların çaresizlikleri onu öylesine öfkelendiriyordu ki, bir gün annesine “Ben evlenmeyeceğim” dedi.
Mustafa yıllar sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin lideri olduğunda kadını ezen bu arkaik gelenek ve düzenlemeleri yok etmek için elinden geleni yapacaktı.
Önce kız çocukların erkeklerle eşit eğitim görmesini, kız çocuklar için meslek okulları kurulmasını sağladı.
Medeni Kanun ile kadın ve erkek Türk vatandaşı olarak eşit sayıldı. Kadın miras ve mülkiyette eşit haklara sahip oldu. Çok kadınla evlilik yasaklandı. Boşanmada kadına da söz hakkı tanındı. Resmi nikah zorunlu kılınıp evlenme yaşı 18 olarak belirlendi. Erkeklerle aynı işlerde çalışma ve eşit ücret hakkı verildi. Türkiye’de kadınlar seçme ve seçilme hakkını dünyadaki pek çok ülkeden önce kazandı.
Mustafa Kemal yüzbaşı rütbesiyle mezun olur olmaz Şam'a tayin edilmiş, yani bir nevi sürülmüştü. Burada beşinci orduda üç yıl görev yaptı. Suriye’nin hemen her yerini dolaştı, yönetimdeki aksaklıkları bizzat gördü; halkın sorunlarını, beklentilerini, haletiruhiyesini kavradı.
O dönemlerde bir akşam, tanıştığı ve sohbet etmekten zevk aldığı birkaç kişiyle bir sofrada, “İhtilal yapmalı, inkılap yapmalı” dediği bilinir.
O meclisteki birkaç kişiden biri, bu uğurda oradan oraya sürüldü. Bir diğeri “Ben çoluk çocuk sahibiyim. Namuslu bir adam olduğum için size tabi olurum ama benden bir şey beklemeyin” dedi.
Mustafa Kemal’in yanıtı sarihti: “Buradan derhal gidiniz. Bizim bundan sonra konuşacaklarımızı dinlemeniz caiz değildir.”
Kalanlar, inkılaptan, inkılap yolunda ölmekten bahis açınca Mustafa Kemal “Mesele ölmekte değil, ölmeden idealimizi yaratmak, yapmak ve yerleştirmektedir” dedi.
Vatan ve Hürriyet Cemiyeti işte o gece kuruldu.
Tarih 23 Temmuz 1908. İttihat ve Terakki, 32 yıllık II. Abdülhamit istibdadını bitirdi. II. Meşrutiyet ilan edildi, 1876 anayasası yeniden yürürlüğe girdi, seçim ve meclisin derhal toplanması kararı alındı.
Dönemin parlayan yıldızı “hürriyet kahramanı” olarak anılan, İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimlerinden Enver Bey’di.
Sultan Abdülhamit’in gazetelerde yayımlanmak üzere gönderdiği “Bugün bütün millet İttihatçıdır, ben de reisleriyim” beyanı İttihatçıları küplere bindirdi. İhtilali gerçekleştiren Abdülhamit’in hürriyeti sahiplenmesini sindiremediler. Enver Bey İstanbul’a Avcı Taburları’nı göndermeye karar verdi.
Ancak o sırada Selanik’te kolağası rütbesiyle görev yapan İttihat ve Terakki mensubu Mustafa Kemal, karara karşı çıkacaktı.
Bu son olmayacak, iki isim ömürleri boyunca sık sık görüş ayrılığına düşecekti.
Enver Bey’i herkesin alkışladığı salonda Mustafa Kemal tek başına “Hangi sıfatla?” diye soracak ve kanunu hatırlatmaktan geri durmayacaktı:
“Anayasanın hangi kuvvetine dayanarak yapacağız bunu? Kanuna, nizama uyulsun istiyorsak, önce bizden başlamalı.”
Mustafa Kemal askerlikten siyasete geçip üniformasını çıkardığında da hukukun üstünlüğünü gözetecek, her türlü düzenlemenin meşru bir zemine dayanmasına ihtimam edecekti.
Atatürk başlıklı biyografi kitabında Klaus Kreiser’in aktardığına göre Mustafa Kemal, taze Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk kurumlarına ayrı bir özen gösteriyordu. 5 Kasım 1925 tarihinde, Ankara Hukuk Mektebi’nin açılışında şöyle diyordu:
“Cumhuriyeti güçlendirecek olan bu büyük kurumun açılışında hissettiğim mutluluğu hiçbir başka girişimde duymadım.”
Atatürk, I.Dünya Savaşı’nın başladığı günlerde Bulgaristan’da ateşemiliter olarak görev yapıyordu. Osmanlı’nın fiilen savaşa dâhil olmasıyla cepheye koştu ve yarbay olarak katıldığı Çanakkale Savaşı’nda Anafartalar Grup Komutanlığı’na kadar yükseldi.
İngiliz ve Fransızlar, Çanakkale Boğazı’nı Osmanlı’yı saf dışı bırakmanın ve müttefikleri Rusya ile birleşmenin anahtarı olarak görüyorlardı.
19 Şubat 1915’ten itibaren boğaza yönelik saldırılarını yoğunlaştırdılar. Mart geldiğinde itilaf gemileri Çanakkale Boğazı’ndan içeri doğru hareket etmiş, ancak beklemedikleri bir savunmayla karşılaşmıştı. Boğazı denizden geçme fikrinden vazgeçip Gelibolu yarımadasına karadan çıkarma yapmaya karar verdiler.
Ancak burada da karşılarına “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” diyen bir komutan ve onun vatan için gövdesini siper etmeye hazır askerleri çıkacaktı.
Mustafa Kemal Atatürk, bir gazeteciyle sohbetinde, “Kazandığımız an, bu andır” diyerek Çanakkale Savaşı’yla ilgili şu anısını anlatacaktı:
“Conkbayırı’nın güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin gözetleme ve korunması göreviyle orada bulunan bir müfreze efradının Conkbayırı’na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Bizzat bu efradın önüne çıkarak: – ‘Niçin kaçıyorsunuz?’ dedim.– ‘Efendim düşman!’ dediler. – ‘Nerede?’– ‘İşte!’ diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Filhakika düşmanın bir avcı hattı, 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tamamen serbest olarak ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün: Ben kuvvetlerimi bırakmışım, efrat on dakika istirahat etsin diye… Düşman da bu tepeye gelmiş… Demek ki, düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman, benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek fena vaziyete düşecekti. O zaman artık bunu bilmiyorum, bir muhakeme-i mantıkiye midir, yoksa içgüdü ile midir, bilmiyorum; kaçan efrada:– ‘Düşmandan kaçılmaz’ dedim. – ‘Cephanemiz kalmadı’ dediler.– ‘Cephaneniz yoksa, süngünüz var’ dedim.
Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım, yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı’na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen efradının marş marşla benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir zabitini geriye saldırdım. Bu efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı. Kazandığımız an bu andır.”
ATATÜRK 1881-1919 dizisi yalnızca Prime Video’da
Atlattığı türlü badirelere rağmen Cumhuriyetimizin 100. yılında izleyiciyle buluşmayı başaran ATATÜRK 1881-1919’un ilk filmi 9 Eylül’den, ikincisi ise 29 Ekim’den itibaren yalnızca Prime Video’da yayında. Amazon Türkiye, Atatürk’ün "Hatay benim şahsi meselemdir" sözünü de unutmamış, depremden etkilenen Hataylılara destek olmak için kentte kurduğu Gülümseten Hayaller Topluluk Evi’nde Cumhuriyet Bayramı kutlamaları kapsamında özel bir gösterim organize etmişti. 1940’lardan itibaren Türkiye’de gazete kupürlerini süsleyen Atatürk’ü dünyaya tanıtan bir film yapma hayâlini gerçeğe dönüştüren ATATÜRK 1881-1919, 10 Kasım’dan itibaren altı bölümlük dizi formatında da yalnızca Prime Video’da.
Mustafa Kemal’in 1 Eylül 1922’de verdiği “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emrinin ardından sürdürülen muharebeler neticesinde, Yunan kuvvetleri silahlarını bırakıp kaçmaya başlamıştı.
9 Eylül günü İzmir de işgalden kurtulmuştu. Beş otomobille şehre giren Mustafa Kemal ve ekibini bir süvari alayı karşılamış, meydana kurulan kocaman sofra çiçeklerle ve bayraklarla donatılmıştı.
İlk gecesini Karşıyaka’da bir konakta geçiren Mustafa Kemal, daha sonra İzmir’in güvenli evlerini tek tek tespit etmiş ve en çok da Uşakizadelerinkini beğenmişti. Ancak bu tercihin, ilk ve tek evliliğini gerçekleştireceği Latife Hanım’ı karşısına çıkaracağından habersizdi.
Sorbonne’da hukuk eğitimi alan Latife Hanım, gerektiğinde Fransızca nota yazabiliyor, Atatürk için gazetelerin önemli haberlerini tarayıp özetleyebiliyor ve birkaç dili mükemmel konuşabiliyordu. Aralarında kuvvetli bir çekim vardı. Karizmatik lider, bu zeki ve genç kadının aurasından etkilenmişti.
Evlilikle ilgili yeminini bozuyordu. İpek Çalışlar’ın Mustafa Kemal Atatürk: Mücadelesi ve Özel Hayatı kitabında, Latife Hanım’ın kız kardeşi Vecihe İlmen’den aktardığına göre, İzmir’de kaldığı 15 gün içinde Latife Hanım’a üç kez evlenme teklif etti.
Tekliflerin sonuncusunda, evlenme arzusunu duvarda asılı bir resmin arkasına yazmış ve üzerine de bir sarı gül iliştirip yatağın üzerine bırakmıştı. Latife Hanım resmi görse de teklifi kendisinden bizzat duymak istediği için tabloyu duvara geri asıp oyun oynamıştı.
Bütün gün sabırsızlıkla bekleyen Mustafa Kemal, akşam yemeğinde dayanamayarak Latife Hanım’a odada bir gariplik görüp görmediğini sordu. Latife Hanım bozuntuya vermeden yatağın üzerinde bir resim görüp duvara astığından bahsetti.
Bu cevap üzerine bozulan Mustafa Kemal, bu defa resme iliştirdiği gülü sordu, aldığı yanıt evliliklerinin ilk adımı olacaktı: “Aldım yakama, kalbimin üstüne taktım.”
Latife Hanım’ın da gönlünün olduğunu anladı ve “Tamam Latife, sen kazandın. Ama diz çökmemi bekleme; zira ben kimsenin önünde diz çökmem.” dedi.
Hem Latife Hanım’ın hem de Mustafa Kemal’in muzipliklerini öne çıkaran bu teklifte, resmin arkasında şu sözler yazılıydı:
“Sen bu resme bak. Ve hâlâ hayır diyorsan, bir daha teklif etmeyeceğim!”
Cumhuriyet ilan edildikten sonra bir devlet arması arayışı başladı. Hem mecliste hem basında nasıl bir arma olması gerektiğine dair öneriler tartışılıyordu.
Prof. Dr. Afet İnan'ın “Mustafa Kemal Atatürk'ten yazdıklarım” başlıklı yazısına göre, Atatürk’e sunulan önerilerden biri de, Ergenekon Destanı’ndan ilhamla tasarlanan bozkurttu.
Atatürk ise temel prensiplerinden biri olan gerçekçiliğini öne çıkaran bir yanıt verdi:
“Masalları bırakınız. Her şeyin kaynağı insan zekasıdır. Siz bana insan zekasının simgesini, insan zekasının armasını arayınız! Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. Bir insan başının ifade edemeyeceği hiçbir şey tasavvur edemiyorum.”
Bir siyasi lider olarak Atatürk’ü karakterize eden üç temel niteliği vardı: Doğru zamanlama, gerçekçilik ve pragmatizm.
Hukukçu ve yazar Ergun Özbudun, Siyasi Lider Olarak Atatürk makalesinde, ana hedeflerini tehlikeye sokmak istemeyen Atatürk’ün tedbirli ve ihtiyatlı tutumuna dikkat çekiyor. Atatürk’e göre bir işi zamansız yapmak, o işi başarısızlığa uğratmak demekti…
Ancak doğru zamanlama, kimi zaman da hızlı hareket etmeyi gerektirir. Örneğin saltanatın kaldırılması, Cumhuriyet’in ilanı ve halifeliğin kaldırılması gibi kritik kararlar, muhalefetin güç toplamasına izin verilmeden, isabetli bir zamanlamayla ve kararlı bir süratle gerçekleştirilmişti. Ancak bu zamanlamaların etkili olmasında alınan kararların gerçekçi bir zeminden çıkması da etkili. Özbudun’a göre gerçekçilik, Atatürk’ün siyasi liderliğinin en belirgin özelliklerinden biri.
Bu, Atatürk’ün 1 Aralık 1921 tarihli önemli bir meclis konuşmasından da anlaşılıyor:
“Büyük hayaller peşinden koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar gibi görünen sahtekâr insanlardan değiliz. (…) Biz hayat ve istiklâl isteyen milletiz. Ve yalnız ancak bunun için hayatımızı esirgemeden veririz.”
Atatürk’ün, gerçekçiliğin pragmatizmle beslendiği siyaset anlayışında, somut eylemler her zaman soyut fikirlerden öndeydi:.
Nutuk’ta, “eylem ve icraata söz ve nazariyattan önce yer vermeyi” öncelediğini belirten Atatürk, 24 Nisan 1920 tarihli gizli celse konuşmasında da “…kendi görüşlerimiz baki kalmak şartıyla her kaynaktan istifade etmeyi cazi gördük” diyerek hedefe giden yolda pragmatist adımların önemini vurgulamıştı.
Atatürk’ün Hatay konusundaki hassasiyeti meşhurdur. Lozan Antlaşması’nda çizilen Türkiye ile Suriye sınırında Hatay, Türkiye toprakları dışında kalmıştı.
1936 yılında Suriye Fransa’dan bağımsızlığını ilan etmiş ancak bağımsızlığın tanındığı antlaşmada, İskenderun sancağı hakkında hükme yer verilmemişti.
Türk hükümeti Fransa’ya nota verip, İskenderun’a da bağımsızlık verilmesini talep etti. Ancak Atatürk’ün aklındaki elbette bu değildi.
Atatürk’ün çok bilinen “Hatay benim şahsi meselemdir” sözü, tam bu sıralarda söylendi.
Falih Rıfkı Atay’ın Atatürkçülük kitabında aktardığı üzere Atatürk, bir millî misak davası olduğu için Hatay’a sarılmıştı.
Atay, Hatay meselesinin en önemli tanıklarından biri. Fransa Büyükelçisi’ne çıkıştığı sırada Atatürk’ün yanında olduğunu belirten Atay, Atatürk’ün büyükelçiye söylediklerini şöyle aktarıyor:
“Benim davamdır bu. Asla şakaya gelmeyeceğimi bilmelisiniz.”
Çünkü Hatay bir bakıma Atatürk’ün büyük ıstırabıydı. Atay’ın aktarımına göre, “sanki bir can sevgilisi ağyar kucağında imiş gibi, çırpınıyordu.”
Fakat bir yandan da hayalperestlikten uzak, temkinli bir liderdi.
“Paşam, ne diye kendinizi bu kadar üzüyorsunuz? Yarın bir tümen asker yollasanız Hatay’ı alırsınız” diyenlere, “Ben bir sancak için Türkiye’yi harp tehlikesine sokmam” diye yanıt vermişti.
Bütün hayalleri ve çabaları gibi, Hatay’ı vatana geri katma çabası da meyvesini verdi.
O göremese de, ölümünden kısa süre sonra, 23 Temmuz 1939 Pazar günü saat 11.40'ta Hatay’da gönderlere Türk bayrağı çekildi.
Çünkü o gerçekçiydi.