13 Kasım 2024 tarihinde basında yer alan haberlere göre, İzmir’de 13 yaşında bir erkek çocuk, AIDS’e bağlı komplikasyonlar nedeniyle hayatını kaybetti. AIDS nedeniyle ölen çocuğun babasının HIV pozitif, annesinin ise negatif olduğu, çocuğun 2021 yılında geçirdiği bademcik ameliyatı öncesinde yapılan rutin HIV testininse negatif sonuçlandığı iddia ediliyor.
İzmir İl Sağlık Müdürlüğünden yapılan açıklamada, çocuğun “geçirmiş olduğu operasyonlar dolayısıyla tanı konulmadan önce kan nakli yapılmadığı ve psikiyatrik değerlendirmelerde istismar bulgusuna rastlanmadığı” öne sürülürken konuyla ilgili yürütülen soruşturma devam ediyor.
Soruşturmanın hâlen devam etmesi ve çocuğun nasıl enfekte olduğunun henüz tespit edilememesi, HIV/AIDS’e dair doğruluğu tartışılan bilgilerin yayılmasına ve özellikle bulaş yollarına dair zihinlere bir korku atmosferi hâkim olmasına neden oldu.
Pozitif Yaşam Derneği’nin Fayn ile paylaştığı bilgi notları ile, bu enfeksiyonun herkesçe bilinmesi gereken yönlerini, 10 soruluk bir rehber halinde hazırladık.
HIV/AIDS nedir, ne değildir?
İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü olarak adlandırılan HIV, vücuda girdiği andan itibaren bağışıklık sistemi hücrelerine tutunan ve bu hücrelerin zamanla azalmasına yol açan bir virüs çeşidi.
HIV enfeksiyonuna yol açan virüs bağışıklık hücrelerini ele geçirdikten sonra, kişinin hastalıklara karşı savunma mekanizmasının yok olmasına neden oluyor.
HIV enfeksiyonu toplumda sıklıkla “AIDS Hastalığı” olarak adlandırılsa da AIDS, aslında başlı başına bir hastalık değil; bu enfeksiyonun bir evresi.
Edinilmiş Bağışıklık Yetersizliği Sendromu anlamına gelen AIDS, HIV enfeksiyonunun tedavi edilmediği durumda ortaya çıkan ileri evresinin adı. Bu evrede bağışıklık sistemi enfeksiyon nedeniyle artık savunma işlevini yerine getiremez ve bu eksiklikte başka “fırsatçı enfeksiyonlar” ortaya çıkar.
AIDS, HIV enfeksiyonunun bir evresini oluşturduğundan, tanı alan kişileri AIDS’li olarak nitelendirmek damgalama ve ayrımcılığa giriyor. HIV ile yaşayan herkes AIDS evresinde olmadığından kullanılması gereken doğru ifade ise “HIV enfeksiyonu.”
HIV tanısı olup düzenli tedavi alan kişiler AIDS evresine gelmedikleri gibi AIDS de etkili tedavi yöntemleri sayesinde geri dönüşü olmayan bir evre değil.
HIV nasıl bulaşır?
HIV virüsü sadece üç yolla bulaşıyor: Korunmasız cinsel ilişki, kan yoluyla bulaş ve anneden bebeğe bulaş… HIV’in bu yollar haricinde bulaşının gerçekleşmesi mümkün değil.
Enfeksiyonun en yaygın bulaş yolu korunmasız cinsel ilişki olmakla birlikte, cinsel yönelim fark etmeksizin tüm bireylere HIV bulaşabilir.
İkinci bulaş yöntemi olan kan yoluyla bulaş, kan ve kan ürünlerinin nakli ya da doku ve organ nakilleri sırasında gerçekleşen bulaşları tanımlıyor. Damar içi uyuşturucu madde kullanımında ortak kullanılan enjektörler de HIV yayılımına sebep olabiliyor.
1985 yılında hastaya kan nakli yapılmadan önce HIV testinin yapılması yasal zorunluluk haline geldiğinden kan nakliyle bulaş nadir görülüyor.
HIV aynı zamanda gebelik sürecinde, doğum sırasında ya da emzirme yoluyla da anneden bebeğe geçebiliyor. HIV ile yaşayan gebeler tedavi almaları halinde hekimlerinin onayıyla vajinal doğum yapabiliyorlar. Bu tedaviler sayesinde bulaş riski %0,5’in altına dahi inebiliyor.
HIV’e dair korkulan yanlış bulaş yolları nelerdir?
HIV’in bulaş yollarının bilinmesi kadar nasıl bulaşmayacağının da altının çizilmesi önemli.
Ter, tükürük, idrar, gözyaşı gibi vücut sıvılarıyla temas durumunda, hapşırık ya da öksürük sırasında vücuttan çıkan partiküllerin vücuda gelmesiyle, aynı tabak, çatal, bıçak, havlu kullanımıyla, aynı tuvalet ve duşun paylaşımıyla, sivrisinek ve böcek ısırıklarıyla, tokalaşmak, sarılmak, öpüşmek, aynı ortamda bulunmak gibi sosyal davranışlarla HIV bulaşı mümkün değil.
HIV içeren kan ve vücut sıvısı sağlam deriye temas ettiğinde de bulaş gerçekleşmiyor. Bu sıvıların risk teşkil etmesi için deri altına nüfuz etmesi gerekiyor.
HIV’in kan ve kan ürünlerinin nakli ile bulaşmasının önlenmesinde, kan ürünlerine yapılan testler kadar bağışçıların bağış öncesi dürüstçe cevap vermesi de oldukça önemli.
HIV ilaçlarını düzenli kullanan ve viral yükleri baskılanmış kişilerden, korunmasız cinsel ilişki yoluyla HIV bulaşı gerçekleşmez. HIV ile yaşadığını bilmeyen kişilerle yaşanan korunmasız cinsel ilişkiler, geçiş açısından risk taşır.
HIV testleri ve tedavisine nasıl ulaşılır?
HIV, belirtiler ve klinik muayeneler yoluyla anlaşılabilen bir virüs olmadığından, varlığını tespit edebilmenin tek yolu HIV testi yaptırmak. Son riskli temastan 45 gün sonrasında yapılan testlerin güvenilirlik oranı %99.
Eğitim Araştırma Hastaneleri, Devlet Hastaneleri, Aile Sağlığı Merkezleri gibi kamu kuruluşlarında, sosyal güvence kapsamında bu testler ücretsiz olarak yapılıyor. Test sonucu pozitif çıkan kişilerin kimlik bilgileri tamamen saklı tutuluyor. Özel laboratuvar ve hastanelerde de bu testleri yaptırmak mümkün.
1990’lı yıllardan itibaren HIV enfeksiyonunun tedavisi mevcut; ancak burada tedaviden kastedilen hastalık etkenlerinin tümden ortadan kaldırılması değil, bu etkenlerin kontrol altında tutulabilmesi.
HIV tedavisi gören bireyler, kullanılan ilaçların virüsün vücutta kendini kopyalamasını engellemesiyle sağlıklı bir şekilde hayatlarına devam edebiliyorlar. Burada önemli olan, viral yükün saptanamaz seviyelere gelmesiyle tedaviyi yarım bırakmamak. Kişilerin aksatmadan tedaviye sadık kalmaları, tedavinin de onlara sadık kalması demek.
Dünyada HIV enfeksiyonunun tarihçesi nedir?
İlk olarak 1980’li yıllarda tıp dünyasının ilgisini çeken enfeksiyon, daha sonra tüm dünyaya yayıldı.
Hastalığın isminin Edinilmiş Bağışıklık Eksikliği Sendromu (AIDS) olarak tanımlanması, ilk olarak 1982 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşti.
Önceleri hastalığa dair yapılan bildirimlerin erkeklerle cinsel ilişkiye giren erkekler arasında görülmesi hastalığın yalnızca eşcinsel erkekler arasında görüleceğini düşündürse de zamanla kan nakliyle geçebildiği de tespit edildi.
1983 yılında HIV’in geçiş yollarının bulunması ve kadınlarda da görülebildiğinin tespit edilmesi, enfeksiyonun cinsiyet ya da cinsel yönelimden bağımsız, tüm insanlık için bir risk olduğunu ortaya çıkardı.
1988’de HIV’e dair bilincin artırılması için 1 Aralık gününü Dünya AIDS Günü ilan eden Dünya Sağlık Örgütü, 1996 yılında bu enfeksiyonun dünyanın dördüncü büyük sağlık sorunu olduğunu açıkladı.
Günümüzde gelinen noktada ise HIV, kronik bir enfeksiyon olarak tanımlanıyor, HIV ile yaşayan kişiler, hayat kalitelerinde ve beklenen yaşam sürelerinde bir değişiklik olmadan hayatlarına devam ediyorlar. HIV ile yaşayan anne babalar, HIV negatif bebekler dünyaya getirebiliyorlar.
Türkiye’de ilk vaka ne zaman görüldü?
Türkiye’de ilk vakaların 1985 yılında rapor edilmesiyle enfeksiyon, bildirimi zorunlu hastalıklar listesine alındı.
1994 yılında damgalama ve ayrımcılığa maruz kalmanın önüne geçmek için tanı konulan hastaların bildirimlerinin anonim bir şekilde kodlu kaydedilmesi uygulaması başladı.
1996 yılında HIV tedavisinde kullanılan ilaçlar geri ödeme kapsamına alındı ve Türkiye’de HIV tedavisi o günden beri sosyal güvencesi olan bireyler için tamamen ücretsiz.
1985 yılında ilk vakanın görülmesi ile 8 Kasım 2023 tarihleri arasında, doğrulama testi pozitif çıkan 41.732 kişinin 2.295'inin AIDS evresinde tanı aldığı biliniyor.
Ancak dünya üzerinde yeni tanı oranları düşüş gösterirken Türkiye’de bu oran yüksek bir hızla artıyor.
Vaka sayıları neden arttı?
Türkiye’de artık 1985-2010 yılları arasında geçen 25 yılda tanı alan toplam kişi sayısından daha fazla kişiye, bir yılda tanı konulmakta. Peki vaka sayısındaki bu artışın sebebi ne?
Konuyla ilgili sorularımızı yanıtlayan Pozitif Yaşam Derneği Koordinatörü Yağmur Şenoğuz ve Yönetim Kurulu üyesi Canberk Harmancı, birkaç önemli faktörün altını çiziyor. Bunlardan biri 2010 yılı ve sonrasında, cinsel partner bulmak için mobil telefonlar ve uygulamaların kullanıma girmesi ve bu yolla insanların zaman ve mekândan bağımsız olarak cinsel partner bulabilmeye başlaması.
HIV bulaşını artıran bir diğer önemli faktör ise korunma yöntemleri hakkında bilgiye erişimin ve bu yöntemlere ulaşımın zor olması:
“Kondom kullanımının yalnızca gebeliği önleyici bir yöntem olarak tanıtılması, kondom fiyatlarının yüksek olması ve satış noktalarında (eczane, market vb.) çalışanların çoğunlukla kadın olması nedeniyle erkeklerin kondom almaktan çekinmesi, kadınların kondom alması ve bulundurması durumunda toplumsal dışlanma ve etiketlenme endişesiyle kondom kullanımı düşük.”
Harmancı ve Şenoğuz’un dikkat çektiği diğer kritik nokta ise son 10 yılda madde kullanımının da artması. Zira kimyasal madde etkisi altında cinsel deneyim yaşanması, korunma davranışını engelliyor bu da HIV yayılımının artmasına neden oluyor.
2011 Suriye krizi HIV vakalarını artırdı mı?
1985 yılında tespit edilen ilk vakadan itibaren HIV enfeksiyonunun yabancı kaynaklı olduğu iddiası, Türkiye’de yaygın bir söylem.
Türkiye’nin virüsle tanışması yurt dışı kaynaklı olsa da günümüzde gelinen noktada sahip olunan veriler, virüsün doğrudan yayılımının Türkiye vatandaşları arasında yaygın olduğunu gösteriyor.
Harmancı ve Şenoğuz’a göre vaka artışının Suriyeli göçmenlere bağlanması, bilimsel bir kaynağa dayanmıyor:
“Göç karşıtı söylemlere sahip kişi ve kurumlar, 2011 yılından itibaren ülkedeki HIV vaka artışını Suriyeli sığınmacılara bağlamış olsa da, Sağlık Bakanlığı verileri ve klinisyenlerin gözlemleri, enfeksiyonun Türk vatandaşları arasında bir salgına dönüştüğünü ve Türk vatandaşları ile cinsel ilişki yaşayan yabancıların bu salgından etkilenerek HIV ile enfekte olduğunu ortaya koyuyor.”
HIV ile yaşayan çocukların sayısı neden arttı?
HIV yaygın olarak cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyon olduğundan 18 yaş altı kişilerde bu enfeksiyonun görülmesi, çocuk istismarı vakalarını akla getiriyor.
Çocuk istismarı mağdurlarının karşılaştığı risklerden biri HIV olsa da çocuklarda tespit edilen enfeksiyonun tek nedeni istismar değil. HIV ile yaşayan çocuk vakalarının ardındaki bir diğer önemli etken, HIV ile yaşayan ve tedavi görmeyen kadınlardan çocuklarına dikey geçiş olması.
Harmancı ve Şenoğuz ayrıca cinsel ilişkiye girme yaşının 18 yaş altına düşmesinin ve eğitim müfredatında cinsel sağlık eğitiminin yer almamasının da önemine vurgu yapıyor:
“Cinsel sağlık eğitimi, Milli Eğitim Bakanlığı’nın iddia ettiği gibi çocukları cinselliğe teşvik etmez. Aksine, bu eğitimlerin cinsel ilişkiye girme tercihini ertelediği veya aksi durumlarda korunma yöntemlerini kullanma oranlarını artırdığı, dolayısıyla çocuk yaşta HIV ile enfekte olma riskini azalttığı, Batılı ülkelerde kanıtlanmış bir yöntem.”
İzmir’de 13 yaşında AIDS komplikasyonu sebebiyle hayatını kaybeden oğlan çocuğunun ise bu virüsü nasıl edindiği henüz tespit edilebilmiş değil. 15 Kasım tarihli Hürriyet gazetesinde, kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla görüş paylaşan Şenoğuz’un ifadeleri şöyle:
“Cinsellik yaşı 18’in altına düşmüş durumda. Fakat şunun ayrımını yapmak önemli. 18 yaşın altında cinsel ilişki yoluyla HIV ile enfekte olmuş vakalar bir yana, şu anda gündeme gelen 13 yaşında başka bir sağlık sorunu ile hastaneye başvurmuş, AIDS tanısı ile birlikte cinsel istismara uğradığı anlaşılan çocuk bir yana. Burada çocuk istismarını tartışmak gerekiyor. HIV’in yayılımını konuşacağımız noktada ise damgalanma nedeniyle birçok insanın test yaptırmaktan korktuğunu ve kaçındığını vurgulamak lazım. Bu da virüsün yayılımını artırıyor.”
HIV’e dair gelecek öngörüleri ne söylüyor?
Harmancı ve Şenoğuz, Fayn ile paylaştıkları bilgilerde 2019-2024 HIV/AIDS Kontrol Programı’nın etkin bir şekilde uygulanmadığını ve eylem adımlarının tamamlanmadığını belirtiyorlar.
Alanda çalışan sivil toplum kuruluşlarının kullandığı önemli bir politik belge olma özelliği gösteren programın süresinin dolması, onlara göre kritik bir gelişme.
HIV enfeksiyonunu kontrol etmeye ve yayılımını önlemeye dair herhangi bir belge ve programın eksikliğinde, salgın riskinin artacağını vurgulayan Harmancı ve Şenoğuz’un gelecek yıla dair öngörüleri göz korkutucu; çünkü onlara göre “Ocak 2025’te enfeksiyon resmen kontrolden çıkıyor.”