7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e saldırmasıyla başlayan ve İsrail’in Gazze’yi neredeyse dümdüz ettiği süreçte, İran kontrollü bir gerginlik politikası izlemişti.
İsrail’e yönelik tavrını sert sözlerle, açıklamalarla ve bölgedeki uyduları aracılığıyla yürüttü.
Hem Lübnan Hizbullah’ının, hem de İsrail’e giden malların çoğunun geçtiği Kızıldeniz’deki trafiği saldırılarıyla durdurmaya çalışan Yemen’deki Hutilerin hamisi İran.
Dertleri, İsrail saldırılarını durdurması.
Hamas’ın da İran ile yakın işbirliği var.
İran, geçmişte Hizbullah üzerinden İsrail ile çatışmalara girse de her zaman ihtiyatlı davrandı.
Buna karşılık İsrail, özellikle şimdiki Başbakan Binyamin Netanyahu, İran nükleer güç olma yolunda ilerlemeye başladığından beri, Tahran’ı varoluşuna karşı tehdit olarak görüyor; her fırsatta İran’da rejimin değişmesi gerektiğini söylüyor. Bunun için yandaş toplamaya çalışıyor ve kuvvetli bir propaganda yürütüyor.
Ancak iki ülke, ilk defa doğrudan bir askeri çatışmaya girdi.
Bugüne gelirken
Çatışmanın yolunu, İsrail’in Şam’daki İran Büyükelçiliği’nin konsolosluk ek binasına saldırı düzenlemesi açtı.
Büyükelçilik ya da konsolosluk binalarıyla bulundukları araziler, ait oldukları ülkelerin toprakları sayılıyor. Buralara yönelik her saldırı, o ülkeye saldırı gibi kabul ediliyor.
Başka bir ülke söz konusu olsa çok daha sert tepki gösterecek olan Batı, İsrail’in saldırısını gözardı etti.
İsrail’in elçilik saldırısından beri Ortadoğu siyasetini izleyenlerin yanıt vermeye çalıştığı soru şu:
İsrail savaş ilanı sayılabilecek bu saldırıya neden kalkıştı?