Kartalkaya’da yaşananları ‘ahlaki vaka’ olarak adlandırdım, çünkü sonuçları insanların sorumluluğuna bağlı her olay hiç şüphesiz ahlaki bir vakadır. Böyle olduğunu anlamak için öyle çok derin düşüncelere de dalmanıza gerek yok. Basit bir neden sonuç ilişkisi kurduğunuzda apaçık görürsünüz ki sorumlular sorumluluklarını yerine getirseydi insanlar hayatlarını kaybetmezdi.
Sahi… Sorumlular dedik de nerede onlar, kimler onlar?
Emin olun hepsi gözümüzün önünde ve kim oldukları yasalarla çok net biçimde belirlenmiş. Ama biz gözümüzün önünde olan sorumluları göremiyoruz değil mi?
Göremeyiz tabii. Hiçbir zaman göremedik, göstermediler. Çoğu zaman bizzat o sorumlular engelledi kendilerini görmemizi. Çünkü ahlakın en temel kavramlarından biri olan ‘sorumluluk’ benzer her olaydaki gibi politika yoluyla yine muğlak hâle getiriliyor hepimizin zihninde.
Ama bunu anlamak için de çok derin düşüncelere dalmaya gerek yok. Hepimiz kendi hayatımıza baksak görebiliriz aslında esas sorumluyu ama mesele şu: Görmek istiyor muyuz?
Gelin bakalım hayatımıza.
Ebeveyn-çocuk ya da patron-çalışan ilişkilerini düşünelim. Özellikle bizim gibi demokrasinin bir yaşam biçimi olarak benimsenmediği kültürlerde bu ilişkilerde yetki ve sorumluluk dengesi bir türlü kurulmaz. Patron çalışana yetki vermez ama işler kötüye gittiğinde onu sorumlu tutar. Anneler-babalar çocuklarının kendi kararlarını vermesine izin vermez ama kötü bir sonuçtan onları sorumlu tutar.
Kötü bir sonucun sorumluluğunu başkalarında aramak, hemen hepimizin meyilli olduğu ahlaki yönden çok sorunlu bir davranış. Bu davranış biçimi en çok da politikacılarda görülür ki Kartalkaya’daki otel yangınında da aynı davranışı çok net bir şekilde görüyoruz.
Ben izninizle buna ‘güçlünün adaleti’ diyeceğim. Peki bununla ne demek istiyorum?
Güçlünün adaleti
Yine izninizle bu kavramı ben açıklamayacağım ve ilerideki satırları felsefe tarihinin en büyük filozoflarından birine, Platon’a ayıracağım. Bir ahlak metni olarak da okunabilecek ‘Devlet’ kitabında Platon, Sokrates ve Sofist Thrasymakhos arasında geçen bir diyalog kurgular. Bu diyalogda Thrasymakhos adalet kavramı için berbat ama bir o kadar da gerçek bir tanım yapar. Der ki… “Doğruluk (adalet), güçlünün işine gelendir.”
Bu tanım üzerine devam eden diyalogda birkaç satır sonra şunları okursunuz:
Thrasymakhos: Sokrates, sen her yerde zorbalık, demokratlık, aristokratlık gibi değişik yönetim düzenleri olduğunu bilmez değilsin herhalde.
Sokrates: Bilmez olur muyum!
Thrasymakhos: Her toplumda yönetme kimdeyse güçlü odur, değil mi?
Sokrates: Şüphesiz.
Thrasymakhos: Her yönetim, kanunlarını işine geldiği gibi koyar. Demokratlık demokratlığa uygun kanunlar, zorbalık zorbalığa uygun kanunlar, ötekiler de öyle. Bu kanunları koyarken kendi işlerine gelen şeylerin, yönetilenler için de doğru olduğunu söylerler; kendi işlerine gelenden ayrılanları da kanuna, doğruluğa (adalete) aykırı diye cezalandırırlar. İşte dostum, benim dediğim bu. Doğruluk (adalet) her yerde birdir. Güç de yönetende olduğuna göre, düşünmesini bilen bir adam bundan şu sonuca varır: Doğruluk (adalet) güçlünün işine gelendir.
(Platon, Devlet, 338c – 339a)
Sokrates diyaloğun ilerleyen satırlarında Thrasymakhos’un haksızlığını yine onun tanımından yola çıkarak kanıtlar. Ama bu kanıt insanlık üzerinde ne kadar etkili olmuştur? İşte o tartışılır.
Adaletsizlik ahlaksızlıktır
Bu iki kavramın ilişkisine daha önceki yazılarda da değinmiştim. Hatırlarsanız adalet etiğin olmazsa olmaz ilkesiydi. O olmayınca etik çöküyor, ahlaktan bahsetmekse mümkün olmuyordu. Bu akıl yürütmenin kaçınılmaz sonucu da şuydu: “Adaletsizlik ahlaksızlıktır!”
Bu adaletsizliği, bir başka deyişle ahlaksızlığı Kartalkaya’daki yangın olayında da göreceğiz. Sorumluların kim olduğunu bilmiyorum. Onları bulup çıkartmak hukukun işi, yani teknik bir konu. Ahlaklı hukukçular yasaya bakarak, orada apaçık yazan sorumluları bulup çıkartmalılar. Bu da onların deontolojik (mesleki ahlaka dair) sorumlulukları.
Ama yukarıdaki ebeveyn-çocuk, patron-çalışan ilişkisinde anlatmaya çalıştığım ve ‘güçlünün adaleti’ olarak adlandırdığım ahlaki problem muhtemelen burada da devreye girecek.
Bizler Platon’u okuduğunda Sokrates’e hak veren ama maalesef Thrasymakhos’un adaletini uygulayan varlıklarız. Çünkü ideal olanın değil, işimize gelenin peşinden koşarız.
İddia ediyorum (ki bu iddiama katılmayan çok az kişi olacağını düşünüyorum) yine aynı şey olacak. Gerçek sorumlular ortaya çıkmayacak, kimse erdemli bir davranış sergileyip “bu facianın esas sorumlusu benim, o yüzden istifa ediyorum” demeyecek. Güçlerini kullanıp kendi adaletlerini işletecek ve başkalarının ya da sorumluluğu olsa da kendilerinden daha az sorumlu olanların cezalandırılmasını sağlayacak. O cezalandırılanlar içinde kendi sevdikleri, kendilerine yakın olanlar daha az; sevmedikleri, kendilerine yakın olmayanlar daha fazla ceza alacak.
Bu iddiayı temelsiz bulanlara üst paragrafta yazdığım “yine aynı şey olacak” dememin nedenlerini hatırlatmak isterim. Daha önce madenlerde, tren yollarında, depremlerde yaşanmış benzer olayların sonuçlarına bir bakın isterseniz. Kimler ceza aldı, kimler şimdi nerelerde?
Hukuk ve ahlak
“Adalet ve ahlak konusunda yazdın zaten, hukuk ve ahlak ilişkisine ne gerek var?” demeyin… Çok gerek var. Hukuk adaletin kendisi değil, onun sağlanabilmesi için işletilmesi gereken sistemdir. Öyleyse ‘güçlünün adaleti’ dediğimiz çarpıklığı hayata geçirmek için güçlünün hukuku gerekir.
Önümüzdeki süreçte göreceğiz. Kartalkaya’daki o otelin yangın güvenliği hakkındaki belgelerde imzası olanlar, o imzayı atmaya yetki veren yöneticiler, bu tedbirleri almakla sorumlu olan otel yöneticileri ceza alırlarsa hukuk doğru işlemiş, adalet biraz olsun yerini bulmuş, ahlak da varlığını sürdürmüş olacak. Tersi bir durumla karşılaşırsak (ki çoğunlukla öyle oluyor) hukuk doğru işlememiş, adalet yerini bulmamış, ahlakın da varlığından söz edememiş olacağız.
Yine bu akıl yürütmeyle gelin bir çıkarım daha yapalım…
Herkes adil ve ahlaklı olsa, yani hepimiz sorumluluklarımızı bilsek ve tüm hayatımızı bu sorumlulukları yerine getirerek yaşasak hukuka gerek var mı? Teorik olarak yok değil mi? Ama iş pratiğe geldiğinde öyle mi oluyor? Hayır…
İdeal olanı yaşamayı ve yaşatmayı beceremeyen varlıklar olduğumuz için adalet ve ahlak için hukuka muhtacız.
Hukuk bu yüzden toplumsal hayatımızı adil ve ahlaklı yaşayabilmemiz için olmazsa olmaz…
Başka bir deyişle biz tüm hayatımızı ahlaklı yaşamayı başaramadığımız için, ahlaksızlar ahlaksızlık yapamasın diye hukuk var.
Kartalkaya yangını bizi bir kez daha sınayacak.
Bakalım bizim için hukuk, adalet ve ahlak var mı?