Yer, Habib-i Neccar Dağı, Antakya.
Zaman, 2024 yılının Temmuz’unda bir günün akşam saatleri.
Önünüzdeki alacakaranlık görüntü katman katman.
En üstte lacivert bir gökyüzüne karışmış kızıl bulutlar, onun altında beyaz parlak ışıklarla aydınlatılan vinçler ve iş makineleri var. Daha aşağıda etrafına soluk sarı ışık yayan sokak lambaları arasında kalan ve penceresinde ışık olan az sayıda bina.
Ötesi, sonsuza kadar uzanan zifiri bir karanlık.
Çok uzak olmayan bir geçmişte aynı saatlerde aynı yerde durup güzel Antakya’yı seyrettiğinizi hüzünle hatırlıyorsunuz. Bir yandan da düşünüyorsunuz: Antakya’yı, buluşmalarınızı,“o gün”ü, o günden beri olan biteni, bir de bundan sonra Antakya’ya neler olacağını…
6 Şubat depremlerinin üzerinden geçen süre bir buçuk yıla yaklaşırken bu yazı üçlemesinde Antakya kentine “deprem” penceresinden üç farklı zamanda bakacağız.
Bu ilk yazı, 11 ili farklı düzeylerde etkileyen depremde en büyük yıkımın neden Antakya ve Hatay’da olduğunu anlamaya dair bir girişim. Ardından, geride bıraktığımız zamanda Antakya’da yapılan ve yapılmayanları irdeleyip Antakya’nın bugün içinde bulunduğu durumun gerçekliğiyle yüzleşmeyi deneyeceğiz. Son aşamada ise bugüne kadar yapılan açıklamalar, ilan edilenler ve gözlemlerin izinde, Antakya’da bundan sonra neler olacağına dair öngörüler geliştirmeye çalışacağız.
6 Şubat’tan sonra Antakya’dan geriye kalan
6 Şubat 2023’te gerçekleşen ve etkisi 11 ile yayılan depremin merkez üssü Kahramanmaraş olduğu ve ilk birkaç gün neredeyse hiçbir kaynakta Antakya ve Hatay’ın ismi geçmediği hâlde, en ağır yaralanan şehrin Antakya olduğu konusundaki uzlaşının oluşması çok sürmedi.