Türkiye’de herhangi bir sanat dalında, biraz farklı bir iş yapmaya kalkın, hemen tuhaf bakışları üzerinize çekersiniz. Edebiyat, müzik, resim, fotoğraf, tiyatro, radyo, televizyon, sinema, hepsinde var olanın, kabul görenin dışına çıkmak isteyenler daha yüksek engeller atlamak durumunda kalmıştır. 

Tutmuş formüle uygun işlerin yolu açıktır, diğerleri debelenir durur. O yüzden hep aynı diziler aynı zaman diliminde mantar gibi türer. O sırada mafya işleri tutuyorsa diziler silahlardan geçilmez; romantizm tutuyorsa hemen vıcık vıcık aşk hikayeleri sipariş edilir; bir anda hayırdır, diziler kadına şiddeti eleştiriyoruz kisvesinde kadına şiddet sahnelerine yer vermeye başlar, yükselen trend modern-muhafazakar çatışmasıysa hemen o menüden bir “hızlı çorba” servis edilir seyirciye. 

Müslüman mahallesinde salyangoz satmak

İlginçtir, ülkemizde yabancı diziler çok izlense de asla o tip projelere geçit verilmez. Projenizi anlatırken farzı misal mizah tarzınıza örnek olarak Big Lebowski’yi gösterseniz, hemen “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak”la itham edilirsiniz. Politik sahnedeki “yerli ve milli” sloganını eleştirenler bile yerli ve milli kodlara çekmek ister sizi. Dünya Lost diye yatıp kalksa da öyle bir gizem hikayesi anlatamazsınız, In Treatment gibi psikoloji merkezli bir dizi çok sevilir ama onu yapamazsınız da acı pornosundan hallice Gülseren Budayıcıoğlu uyarlamaları kaplar ekranları. 

Piyasada bir marka değeriniz yoksa hemen nerede bunun entrikası, muhtarı, kayınçosu derler… Herkes Friends’e güler ama öyle bir komedi dizisini hayal edemezsiniz, eğer adınız Gülse Birsel değilse! (Gerçi o bile Avrupa Yakası’nı ne kadar zor sattığını anlatıyordu geçenlerde. Günümüzün çok izlenen bir diğer dijital dizisi Prens de çekildiği halde iki sene herhangi bir platforma satılamamış. Muhtemelen Gibi gibi fenomen bir iş de bu engellere takılıp kalabilirdi.)