“Sana ne oldu?” diye sormaya yeni bir başlıkla devam ediyorum. Bu yeni etapta bazı yazar dostlarımın kapısını çalacağım. Çünkü bu defa merak ettiğim şu: Bir yazarın yazdığını dünyayla paylaşma motivasyonu nasıl oluşur, o âna kadar yazıyla ilişkisi nasıldır ve sonrasında neler olur… Kitabı yayımlanmak nedir, neye benzer, kime ne yapar, bir şeyleri değiştirir mi, yazan kişinin psikolojisine nasıl etki eder?

Bu çerçevede muhataplarıma “İlk kitabın yayımlanınca sana ne oldu?” diye soruyorum.

Bu defa sorularımın adresi Aylin Balboa. Aylin’in ilk kitabı Belki Bir Gün Uçarız’ı on yıl önce okuduğumda bir okur olarak yeni bir metin keşfettiğim için mutlu olmuş, aynı yıllarda aynı dilde yazan iki kadın olduğumuz için bir yoldaşlık sezmiştim. Geçen zamanda ilk kitap barajını aşıp üretmeyi sürdürdüğümüz için memnunum. O yüzden onun on yılına bakarken kendi on yılıma da bir iç bakış fırlatmadan geçemedim.

Bir yazara çocukluğunu sormak ilgimi çekiyor. Her şeyi başlatan o ilk tohum o zaman atılıyormuş gibi. Aylin’e de sordum: Nasıl biriymiş büyürken?

“Çocukluğum şartlar elverdiğince iyi, gençliğimse berbattı. Kolay değildi, kolay olmadığını söyleyebilirim kısaca.”

Yazmak eyleminin hayatına girdiği en eski zamanı merak ettim ilk. Anlatma ihtiyacı ilk ne zaman doğmuş?

“Kafamın içinde olan biteni seslendiren, bazen çarpıtan, bazen komikleştiren bir ses olduğunu en eski hatıralarımda bile hatırlıyorum sanki. Ama bunları kaydetmeye ve yazmaya çok geç başladım, yirmilerimin sonuna doğru.”

Peki Aylin’i yazar yapan şey nedir? Nasıl bir motivasyon var yazma ihtiyacının arkasında?

“Beni yazmaya iten şeyin temelde yalnızlık olduğunu düşünüyorum. Çok içeride bir yerdeki, gideremeyeceğimi bildiğim türde bir yalnızlık. Olay bundan başladı. Ama zamanla tek başına bir etken olmaktan çıktı bu, artık farklı motivasyonlarım da var.”

“Derdi derdime denk düşen bir şeyle karşılaşmadım, böylece yazmaya başladım ben.”

Okuma merakının zamanla yazma merakına dönüştüğü biri midir? İyi bir okur mudur?

“Evet, ben yazmaya okuma sayesinde ulaştım. Hani bir işin nasıl yapıldığını uzun uzun izledikten sonra dur şunu bir de ben deneyeyim dersiniz ya, biraz öyle başladı benim hikâyem. O yüzden okumayı hem çok önemsiyor hem de çok seviyorum. İyi bir okur olmaya çalışıyorum, iyi okur olmayanın iyi bir yazar olabileceğine zaten inanmıyorum.”

Yazmak işin bir kısmı, bir de onları “okutmak” var. Yani önce bunu istemek, buna gönüllü olmak… Aylin’in yazdıklarını neden paylaşma ihtiyacı hissettiğini sordum. Bu hep dilediği bir şey miymiş?

“Kendiliğinden gelişti. Yani olayların kitaba doğru evrilmesi tamamen kendiliğindendi. Benim için olay şuydu sadece; abim bir motosiklet kazası sonucu komaya girmişti. Daha önceki her türlü sıkıntımda çok işime yarayan kitaplar bu sefer yaralarımın hiçbirine merhem olmadı. Derdi derdime denk düşen bir şeyle karşılaşmadım, böylece yazmaya başladım ben. Bir blog açıp boşlukla konuşmaya başladım. Bir baktım dolmuş oradaki boşluklar, bir sürü okur olmuş.”