12 Kasım günü, İzmir’in Selçuk ilçesinde, hurda toplamaya giden bir annenin evde yalnız bıraktığı, yaşları 1 ve 5 arasında değişen beş çocuk çıkan yangında hayatlarını kaybetti. Elektrikli soba devrilmesi sonucu çıkan yangında çocuklar dumandan zehirlendi, 27 yaşındaki anne Melisa Sinem Akcan gözaltına alındı.

Bu çok acı ölümler birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Çocuklar neden devlet korumasında değildi, çocuk koruma sistemimiz ne kadar sağlıklı, ölümlerin sebebi yoksulluk mu ihmal mi gibi pek çok soru soruluyor. Konu elbette hemen siyasi tartışmalara malzeme oldu ama beş çocuğun ölümünün ağırlığı siyaset üstü bir yaklaşımı gerektiriyor.

Biz de bu konuyu, çocuk hakları konusunda uzman, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Tarık Tuncay ile konuştuk.

Ülkece İzmir’de bir yangında ölen beş kardeşe üzülüyoruz. Bundan bir süre önce de Bursa’da çöp evde bulunan bir çocuğa üzülmüştük. İlk tepkimiz, günah keçisi aramak yönünde. Fakat İzmir’deki yangında çocuk ölümleri münferit mi, yoksa sistemsel bir sorun mu var? Siz bu beş kardeşin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İzmir’deki trajik yangında kaybettiğimiz beş küçük can… Çocuklar kendi yaşamlarının öznesi olamayacak kadar küçüklerdi, hele en büyüğünün beş yaşında olduğu bu kardeşleri yalnız bırakmak, onları kapatıp gitmek, basit bir ihmalle açıklanamayacak kadar derin bir yara.

Bu tür vakalarda, özellikle dezavantajlı ortamlarda büyüyen çocuklar için artık “hassas koşullar altındaki çocuklar” diyoruz. Eskiden damgalayıcı bir şekilde "incinebilir çocuklar," "kırılgan çocuklar" denirdi. Dikkat edin, artık kişiye değil, koşullara atıf yapıyoruz. Çünkü mesele bireysel değil, her zaman bireyler arası ve toplumsal. Artık bunu anlamamız gerekiyor. Ama biz halen ısrarla bu tip travmatik sosyal sorunları ya psikiyatrize ediyoruz ya da ceza adalet sisteminin dar penceresinden, bir savcı gibi bakıyoruz. Ya bir tanı koyarak meseleyi bireysel bir "sorun" olarak etiketlemek istiyoruz ya da cezalandırma yoluna gitmeye çalışıyoruz.