1984’te İstanbul Beyoğlu’nda doğdum. 40 senedir Beşiktaş’ta yaşıyorum. Sırasıyla Kabataş Erkek Lisesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki öğrenciliğim, günlük deneyimlerim, mesleki birikimlerimle de İstanbul’un son 40 yıldaki inanılmaz değişimine bizzat şahit oldum.
Üniversitede kendi tercihimle Şehir ve Bölge Planlama okudum, üzerine master ve doktora yaptım. Doktora tez konum da, ana kent meydanlarının mekânsal, anlamsal ve işlevsel değişimiydi. İstanbul’da tarihsel olarak egemen olanın topoğrafyasındaki kaymaları, ana kent meydanlarını, toplumsal değişim ve dönüşüm ile beraber analiz etmek derdine düştüm: Sultanahmet Meydanı, Beyazıt Meydanı, Taksim Cumhuriyet Meydanı birbirine nasıl el vermiş, nasıl dönüşmüş... Tez bitti, doktor oldum. Ama her doktora adayına nasip olmayacak bir şey oldu, Gezi, tam da benim Taşkışla’da hem çalışıp hem tezimi yazdığım zamanda hemen önümde yaşandı. Ben zaten oradaydım, ben zaten oralıydım, üstelik işim de buydu; Şehir Planlama. Tezimin konusunu hem tecrübe ediyor hem yazıyordum.
Tayfun’u biliyordum, meslek odamızın başkanı. 2008’de mezun olur olmaz gidip üye olmuştum. Sonra Tayfun’a da oy vermiştim. O da beni tanıyordu, illa denk gelmiştik, ayaküstü görüşmüştük ama ilk kez Gezi Olayları yaşanırken Türkiye Planlama Okulları Birliği’nin toplantısında adamakıllı konuşmuştuk. Bir de Makine Mühendisleri Odası’nda Tayfun’un günlerce uyuyamamış ama oda başkanı olarak orada durmak zorunda olduğu, o yorgun ama dirayetli halini hatırlıyorum. Tayfun kendini içinde bulduğu bu krizi çok iyi yönetiyor demiştim kendi kendime.
Biz Tayfun’la o tuhaf günlerde birbirimizin suyuna girdik işte. Sonra 2014 yılı Eylül ayında evlendik. Aradan geçen 11 yılda yaşadıklarımıza bakıyorum ve aynı şeyi söylüyorum; çok iyi yönetiyor. O günler ayrı zordu, bugünler ayrı zor. Neresinden tutup anlatsanız günler alacak kadar zor, ama bazı şeyler, hani derler ya ölmeden önce insanın gözünden bir film şeridi gibi akarmış, tam olarak öyle: Ben, o gözlerimden akacak olan şeridi anlatacağım.
28 Kasım 2018: İlk ifade, Vera’dan henüz habersiz ama onunla 10 saat bekleyiş
28 Kasım 2018, Tayfun Gezi Davası için ifade vermeye çağrılıyor. Vatan Emniyet’e gidiyoruz beraber. Yaklaşık bir saat biçiyoruz kafamızda, ikimiz de üniversitede ders vermeye gideceğiz sonra. Salmıyorlar Tayfun’u.
Bekle bekle bekle, buz gibi berbat bir hava, korkunç bir yağmur, bir fırtına, kimse alınmıyor içeri. Arkadaşlar, dostlar arıyor soruyor, yanıma gelmek istiyorlar, saatler geçtikçe geçiyor. Okuldan izin alıyorum, yok, gidemiyoruz. Tam 10 saat geçiyor, bir tabure üstünde bekliyorum.
Saatler geçtikçe geriliyor insan, “N’oluyor?” sorusu gitmiyor insanın aklından…
Sonunda Tayfun çıkıyor. Her şey çok saçma. Peki, ifade verdik, donarak eve dönüyoruz, biliyoruz, üzerimize doğru gelmekte olan bir göktaşı var… Ama masumiyetimizden eminiz, bekleyeceğiz...
4 Aralık 2018 oluyor tarih, hamile olduğumu öğreniyorum, meğer yalnız beklememişim Tayfun’u…
Tek bir suç unsuru içermeyen 28 çuval evrak
Yargılanacağız, iddianame geliyor. İddia, cebir ve şiddetle hükümeti devirmeye teşebbüs. Tapeler, fiziksel takipler, aleyhimizde tek bir suç unsuru içermeyen 28 çuval evrak…
Başlıyoruz çalışmaya. İddia saçmalık derecesinde mantıkdışı ama sonuçları ciddi ve biz de ciddiye alıyoruz. Çalışıyorum; gündüz üniversitede Şehir Planlama, akşam evde dava dosyası. 2013’e geri dönüyorum, gün gün ne oldu, kim ne dedi, Tayfun ne yaptı, her şey nasıl gelişti, bilgileri ile belgeleri ile bir kronolojik rapor hazırlıyorum, 300 sayfa.
Tayfun’un savunmaları hazır. Duruşmalar başlıyor, 24 Haziran 2019. Hazırladığım raporu mahkemeye veriyoruz –hiç okundu mu hâlâ bilmiyorum– duruşmalara giriyoruz.
Hamileliğimin son günleri, Silivri’deyiz. Mahkeme salonlarının kapılarında yol açıyor karnımı görenler. Sanık sandalyesinde Tayfun, yanına bile oturamıyorum ama hep salondayım.
Sürgün edilen mahkeme heyetinden beraat kararı
6 Ağustos 2019, Vera’mız doğuyor. Hayat taptaze, her şey yepyeni ama çok eski bir meselenin gölgesi hep üstümüzde. Artık Silivri’deki duruşmalara Vera ile gidiyoruz. Salona çocuklar alınmıyor. Vera’yı avukat odasında emziriyorum, altını değiştiriyorum, uyutuyorum ve salonun her kelimesini takipteyim...
Tarih 18 Şubat 2020, Silivri’deyiz, oy birliği ile beraat ediyoruz. Olması gerektiği gibi. Suç yok, delil yok diyor sonradan üyelerinin sürgünle cezalandırıldığını öğrendiğimiz mahkeme.
Vera ve Tayfun ile Silivri’den evimize dönüyoruz. Vera büyüyor, COVID19 salgını başlıyor, karantina dönemleri...
Dünya çok acayip ama hiç değilse evdeyiz, beraberiz...
21 Şubat 2022: Bir şeyler oluyor
22 Ocak 2021, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi, beraat kararını bozuyor.
Yeniden yargılanacağız. Peki diyoruz, hayra alamet değil ama yeniden anlatalım, peki. Beraat kararını bozanlar bir de Çarşı Davası’na bakılsın, dosyalar birleştirilsin, burada yoksa bile orada bir suç vardır diyor…
Biz yine çalışıyoruz, yine duruşmalar başlıyor.
Pandemi dönemi olduğu için duruşmalar Çağlayan’a alınıyor. Çocuklar yine salona alınmıyor zaten. Ben, evde Vera ile takip ediyorum duruşmaları... Biz aynı şeyleri belgeleriyle anlatıyoruz, aynı taleplerde bulunuyoruz. Tanıkları dinleyin, adil olun, Tayfun masum diyoruz…
21 Şubat 2022 oluyor tarih, duruşma günü. Tayfun Çağlayan’da, biz Vera ile evdeyiz.
Dört duruşma sonra, bir anda dosya tekrar Çarşı Davası’ndan ayrılıyor. Niyeti anlıyorum, bir şeyler oluyor, görüyorum.
Derhal Vera’yı arabaya koyup Tayfun’un yanına gidiyorum. Vera ile yalnızken ilk kez araba kullandığım gündür. Zaten sonra her şey çok hızlı gelişiyor, savcı mütalaasını veriyor. 22 – 25 Nisan 2022’de karar duruşması olacak. Hazırız. Gerçek gün gibi ortada, belgeli, son kez savunacağız masumiyetimizi.
Rüya
21 Nisan 2022 gecesi evde uyurken telaşla yataktan kalkıyorum, acilen üzerimdeki pijamaları çıkarıp giyinip çıkmam lazım. Giyinmeye başlıyorum, kapıyı açıyorum... Apartman boşluğunun otomatik ışığı yanıp yüzüme yansıyınca ayılıyorum. Rüyadayım, henüz çıkmıyoruz.
Hemen kapıyı kapatıyorum. Üstümü başımı toparlıyorum ama kapıdan ayrılamıyorum. Bu gerçek miydi, kapıyı kapattım mı, saat kaç, ben ne yaptım, nereye gidiyordum... Mutfağa giriyorum, fırının üzerindeki saate bakıyorum, 03:12. Saniyeler ilerliyor. Tamam, artık rüyada değilim diyorum kendi kendime. Dönüyorum içeriye, Tayfun Vera ile uyuyor. Yanlarına kıvrılıyorum ama gözüme uyku girmiyor.
Sabah oluyor, duruşmaya gidiyoruz. Salona çocuklar alınmıyor, Çağlayan Adliyesi karşısında, Sütiş’te bekliyoruz Vera ile. Kemal var, Rahmi var, daha birçok arkadaşımız var. Bitiyor o gün. Karar 25 Nisan’da verilecek.
Ne vicdansızlık, iki günü daha böyle tedirginlikle geçireceğiz, 23 Nisan’ı bari gönül ferahlığı ile kutlasaydık diyoruz Vera ile. Yine de kutluyoruz, Kemerburgaz Kent Ormanı’na gidiyoruz. Kalabalık, çoluk çocuk bir arkadaş grubuyuz. Tayfun Vera ile bandoya katılıyor, uçurtma uçuruyorlar, piknik yapıyoruz, top oynuyoruz, üzerimize gelmekte olan göktaşına rağmen…
“Tayfun saçmalama, Tayfun saçmalama, Tayfun saçmalama”
25 Nisan 2022 oluyor tarih. 22 Nisan’da adliye önündeki kalabalıkta Vera’yı bir dakikalığına kaybettiğim için güneş şeklinde bir uçan balon bağlamıştım Vera’nın bileğine... Güneşli günler göreceğiz diye düşünmüştüm sahiden.
Yine salona giremiyoruz, çocukla almıyorlar malum. Adliye önündeki Sütiş’te geçiriyoruz saatlerimizi. Arada adliye meydanında dolaşıp güvercinleri besliyoruz... Yanımızda yine Kemal var, Rahmi geliyor sonra... Oyuncaklar almışlar Vera’ya... Araba ile civarda dolaşarak Vera’yı uyutuyoruz bir süre. O zamanlar hâlâ öğle uykusu uyuyan, altı bezli, mama sandalyesinde, hâlâ bir bebek...
Saat 17:00 gibi karar arası veriliyor. Tayfun’u arıyorum, çık, beraber biraz oturalım diye. “Mesai bittiği için kapılar kapandı ama çıkışta yemek yerken oturur konuşuruz” diyor. Vera’yı soruyor... Eh, peki madem diyorum ama gelseydin keşke... 18:30 oluyor… Karar: 18 yıl.
Tayfun arıyor, kararı söylüyor. Bir şeyler daha diyor ama duymuyorum. Kulaklarım uğulduyor, duymuyorum. Bağırıyorum sürekli: “Tayfun saçmalama, Tayfun saçmalama, Tayfun saçmalama”. Kaç kez Tayfun saçmalama dediğimi bilmiyorum. Her seferinde daha çok bağırdığımı ve ağladığımı hatırlıyorum.
Ben Vera’ya ne diyeceğim?
Vera’ya sarılıyorum. Avukatlar arıyor, Tayfun götürülmeden adliye karakolunda göreceksiniz diyorlar. Vera’yı aldığım gibi adliye önüne gidiyorum, ağlıyorum, titriyorum. Aklımdan iki şey geçiyor; Tayfun’un MS ilacı yanımda değil ve ben Vera’ya ne diyeceğim.
Avukatlar vedalaşmaya gireceksiniz dedi ama önümde bir bariyer, güvenlikler salmıyor. Sakince anlatmaya çalışıyorum, bariyeri açmıyorlar. Avukatlar diyorum, girebilirsiniz dediler. Yok, salmıyorlar. Vera’yı sağ elimle tutuyorum, sol elimle bariyere yükleniyorum, aç şunu diye bağırıyorum. Yükleniyorum bariyere.
Farkındayım Vera bana bakıyor, anlamıyor. Beni hiç öyle görmemiş. Ağlamıyor ama sadece bakıyor, şaşkın. Birileri geliyor, bariyer açılıyor, koş diyorum Vera, koş.
Adliye karakolu, kaos. Bildiğim herkes orada. Mahir hemen yanımda, kolumdan tutuyor. Herkes Tayfun’a sarılıyor. Herkes birbirine sarılıyor. Tayfun eşyalarını uzatıyor bana. Vera’ya sarılıyor, milyonların aklına kazınan o vedalaşma…
Çıkmak zorundayız, Tayfun’u götürecekler. Bir şey yapmam lazım… Vera’nın saçındaki pembe ponponlu tokayı çıkarıp veriyorum Tayfun’a... O an elimden gelen bu kadarı...
Çıkarılıyoruz dışarı. Mahir’e tutunuyorum. Bütün arkadaşlarımız gelmiş. Telefonum susmuyor. Vera hâlâ sadece bakıyor.
“Bu uzun bir koşu olacak, nefesini iyi ayarla”
Şimdi ne olacak?
Avukat Tora Pekin, o zamanlar az tanışıyoruz, şimdi kabul ederse öz abim biliyorum. Tora bir liste veriyor; Tayfun’a götürmem gereken bir ihtiyaç listesi, koşullu, sayılı bir eşya listesi… Oturtuyor beni. Meriç diyor, bu uzun bir koşu olacak, nefesini iyi ayarla. Duyuyorum, aklıma kazınıyor ama nasıl, ne kadar uzun…
Birileri Vera’ya yemek yediriyor. Ben anlamaya çalışıyorum; şimdi ne olacak, şimdi ne yapacağım. Eve dönmemiz lazım, Tayfun’u götürdüler. Hangi eşyam nerede bilmiyorum. Pelin, can dostum toparlıyor her şeyimizi. Bizi eve Pelin götürecek, ışıklarda bekliyorum Vera ile. O bekleme anı bitmiyor. O ışıklardan ayrılışımız... Ben nasıl bıraktım Tayfun’u...
Eve varıyoruz. Emrah, Gürkan, Mahir var. Vera hırçın, babasının gelmediğini anlıyor, gelmeyeceğini de. Sakince uyutuyorum onu. Sonra bitmeyen bir ağlama. Başımı koyduğum her yerde, uzatılan her omuzda, her dizde, yerde, duvarda, masada, her yerde. Telefonlar susmuyor. Bir şey demem lazım. Bir tweet yazıyorum; bizi ayıramazlar diyorum becerebildiğim kadar. Ne zaman bilmiyorum, Vera’nın yanına yatıyorum, ölüden farkım yok. Gün aydınlanınca uyanıyorum. Gözlerim o kadar şişmiş ki bütünüyle kapanmış. Işığı bir bıçak sırtından görüyorum.
“Bu sabahı, bu anı hiç unutma”
İçimden biri, unutma bunu Meriç, bu sabahı, bu anı hiç unutma diyor. O an telefonu elime alıyorum, Vera yanımda yatarken bir fotoğrafımızı çekiyorum. Aklıma bir şey olursa o anı unutmamak için.
Duşa giriyorum. Telefonlar durmuyor. Vera ile Tayfun’un vedasının görüntüleri her yerde. Canlı yayına çıkmam gerekiyor. Saçlarım ıslak, üstüme elime geçeni giyiyorum, Halk TV’de yayına bağlanıyorum ve mücadele başlıyor. Aynı gün tüm CHP ileri gelenleri evimize geliyor. Tayfun CHP’li, yıllarca CHP’ye emek vermiş, yanımızdalar.
Tayfun ile 29 Nisan 2022’de verilen ilk görüş hakkımıza kadar, ayrıldıktan sonra ne yaşadık, ikinci sene dolana dek hiç konuşmadık… Zaten anlatması hiç kolay değil, evimizin ortasına göktaşı düştü sanki…
Tanıdığım, tanımadığım, bu vesileyle tanıştığım ve can dostu olduğum onlarca insanın desteği, telefonları, mesajları, mektupları... Tayfun’un avukat arkadaşlarla yolladığı ilk not, “Meriç çok güçlü kadındır, toparlar kendini” idi. 32 ay sonra, hâlâ deniyorum diyebilirim…
Vera’yı acıdan korumak
Bir taraftan herkes Vera’yı almak, eğlendirmek istiyor, onun için üzülüyor. Hiç tanımadığım insanlar tüm iyi niyetleriyle Vera’ya biz de bakabiliriz, bize bırakabilirsin diyor. Vera’yı bırakmak bir kenara ona daha da sıkı tutunuyorum. Ben anlatacağım neler olduğunu, ben yanında olacağım ve hiç bırakmayacağım.
Onu bu acıklı, ağlayan, teselli eden hallerden korumam gerektiğinin de farkındayım. Eylül ayında başlayacağı kreşe derhal o hafta başlatıyorum. Pedagog Norma Razon, okulunun sahibi Zeynep Ellialtıoğlu, Fatoş Öğretmen, canım Ahu… Hep birlikte Vera’yı toparlamaya çalışıyoruz.
Vera evde kimseyi istemiyor, çok kötü bir şey oldu, baba artık evde değil. Bunu kimin yaptığını anlayana kadar herkesi tek tek soruyor: Anne Pelin ablam iyi mi, Ozan abim iyi mi, Kemal iyi mi, onlar mı aldı babamı? Ağlamıyor, izliyor, soruyor...
Ben de evde kimseyi istemiyorum. Yalnızca kafamın içindeki sesleri duymak istiyorum, şimdi ne yapacağım? O taziye evini de istemiyorum. O gece ağladım, tamam. Ağlayıp ağıt yakma zamanı değil… Her şeyi yerli yerine oturtmak, bir yol haritası çıkarmak gerekiyor, farkındayım.
Ne kadar deneseniz de bir kere evin ortasına göktaşı düşünce tozun yere inmesi zaman alıyor... İlk 1.5 - 2 ay karanlık. Görüş mesafem o kadar az ki... Tayfun her şeyi kendi yapan, hayatının dümenini bizzat tutan bir adam, her detayda bu böyle. Hem onun masasındaki tek bir notunu yarım bırakmayacağım, hem paylaştığımız hayatı sırtlanacağım, hem de Vera’yı bu süreçten sağ salim çıkaracağım…
Elimden geleni yapıyorum, hâlâ…
Tayfun’dan Vera’nın tokasını mı esirgediniz…
Tayfun’u aldıklarından birkaç gün sonra eve bir poşet geliyor bir sabah, üzerinde kalanlar... Bir kalem, birkaç not kâğıdı, birkaç kartvizit, kol saati ve Vera’nın saç tokasını görüyorum... Tayfun’dan Vera’nın tokasını mı esirgediniz… Vera’nın tokasını… Bakamıyorum poşetin devamına…
Bunu böylece saklayacağım diyorum, bir kutu bulup içine koyuyorum olduğu gibi, duruyor evde.
Bir durma hali var sahiden evde… Tayfun’un askıdaki bornozunu aylarca kaldıramadım yerinden… Banyodaki tıraş bıçaklarını, tıraş köpüğünü, diş fırçasını, banyo süngerini 2.5 sene sonra; tamam Tayfun geldiğinde bunları kullanmayacak Meriç, hepsinin yenisini al ve bunları at diyebildim kendime. Önce marketten yenilerini alıp, sonra eskileri atabildim uzun uzun bakarak her birine.
Buzdolabındaki onun atıştırmalık rafına hiç dokunamadım bunca zaman hala. Hepsinin son kullanma tarihi 2022 ama oraya hala dokunamadım…
Evde, her yerde çok uzun süre hep Tayfun’a seslendim, her zamanki gibi. Ne zaman kafam karışsa elime telefonu alıp Tayfun’u aradım, her zamanki gibi; “Tayfuuun, çamaşır makinası durdu açar mısın, ben yemek yapıyorum.” diye bağırdım boş evde. Vera hastalandı, ateşi çıktı, telefonu elime alıp, önce Tayfun’u aradım, telefon çaldı da… Hala her gün şarja koyuyorum telefonlarını. Gelip bakacak biriken tüm mesajlarına, aramalarına…
Yeni ritim: Görüş gününden görüş gününe akan hayat
Başka bir ritim başladı sonra hayatımızda; bir hafta dediğin görüş gününden görüş gününe akar oldu.
Önceki günden kıyafet poşetini hazırlamak, her hafta Vera’nın fotoğraflarını bastırıp Cezaevi’ne götürmek. Fotoğraf da kotalı, götürdüğüm fotoğraf sayısı kadar Tayfun’un elindekilerden çıkarması gerektiği için hangilerinden vazgeçmek zorunda kaldığına bakmak o kirli poşetinin içindeki zarfı alıp…
Silivri’nin adabını, kurallarını, işleyişini, insanlarını anlamak… İstisnasız her seferinde bizim burada ne işimiz var diye bakıyorum etrafıma ve hep aynı şey geçiyor kafamdan, “Tayfun n’apıyoruz burada, hadi kalk gidelim.”
Görüşler, güçlükler
İlk ziyaretlerimiz bütünüyle dram… Vera 6 güvenlik noktasından geçtikten, çıplak ayakla yürütülüp, kabinde bezinin içinde acaba şeker kalmış mı üzerinde diye arandıktan sonra tavana kadar uzanan retina taramalı turnikelere tüm gücüyle yapışıp ağlıyor…
Ters işler yaşandığı belli, her şey onun için soğuk, anlaşılmaz ve muhtemelen ürkütücü…
Sahiden çok zor. Yol da zor. Sabah 6’da evden çıkmamız gerekiyor 9’daki görüş için. Vera aç. Cezaevi kampüsünde arabadan indikten sonra yanınıza ne bir su, ne bir yemek, ne bir çocuk bezi, ne bir mendil alamazsınız. Çocuğa nasıl anlatırsın…
Yolda kahvaltı etmesi lazım ama uzun yol tutuyor Vera’yı. İlk 3-4 gidişimiz bütünüyle kusmuk içindedir. Ayakkabılarımın içine kadar dolan kusmuğu olabildiğince temizleyip görüşe girdiğim günler… Vaziyeti anlayınca varmaya yakın arabada kahvaltı yaptırıyorum Vera’ya…
Zaman geçtikçe Vera da etraftaki infaz korumalara ısınıyor. Önceleri sanki onlar tutuyor babasını gibi geliyordu, sorguluyordu ama zaman geçtikçe herkese ısındı, bu abiler ve ablalar iyi anne dedi bir gün ve sonra zaman içinde isimlerini öğrenmeye başladı, sonra sonra da görüş esnasında susadığında gidip bir bardak su istemeye başladı…
Kimlerle tanışmadık ki orada sahiden. Bir kadın infaz koruma hamile kaldı, doğum yaptı, doğum iznine çıktı. Terfi eden, evlenen, tayini gelen… Hepsinin yolu açık olsun.
Ve tabii avukatlar… Vera’nın abileri, ablaları… Başta Cansu Çifçi olmak üzere hakları ödenmez, daha önce hiç tanımadığımız, adlarını sayamayacağım kadar çok avukatla gelen her bir söz o uzun koşudaki bir nefes…
Kayıplar, hastalıklar
13 Haziran 2022. Anne bildiğim anneannemi kaybediyorum. Bana sabretmeyi öğreten, her gece başımı yastığa koyduğumda ettiğim duaları öğreten, hala yemenisini kokladığım canım anneannem… Çok severdi Tayfun’u; bana, bize, Vera’ya çok üzgün ayrıldı bu dünyadan… Çok sarsılıyorum. Köklerimden sarsılıyorum.
Kasım 2022, çok hastayım. Çok hızla 15 kilo verdim önce, hiçbir şey yemek istemiyorum, zaten her şeyin tadı aynı, sunta gibi. Ama başka bir şey daha var, çok öksürüyorum ve sürekli kusuyorum. Bir ay kadar dayanmaya çalışıyorum ama bitmiyor, dinmiyor; sürekli öksürüyor sürekli kusuyorum. Artık perişanım.
2 Aralık 2022, kapalı görüşe gidiyorum Vera ile ama nefes alamıyorum. Tayfun’a çift cam ardından telefonda “ne olur beni iyi dinle, çünkü hiçbir şeyi ikinci kez söyleyemeyecek durumdayım” demiştim, hatırlıyorum.
Olacak gibi değil, dönüşte Vera’yı kreşe bırakıp hastaneye gidiyorum. Artık yığılacağım, kulaklarım uğulduyor, ayakta durmak için beynimi yokluyorum, yapabilir miyim? Hemen geliyor doktorlar, yanınızda kimse yok mu diyor hemşire. Yok, kimseye söylemedim ki. Oksijen satürasyonum 90 o an. Ciğerimin bir kısmı sönmüş meğer.
Bu nasıl olur? Tüberküloz olabilir diyorlar. Bir operasyon yapıp parça alacaklar ciğerimden. Tüberküloz mu, Yeşilçam hikâyesi mi bu? Tüberküloz mu kaldı?
Tamam, ama ben eve gitmeliyim, Vera’yı okuldan almalıyım. Hemen ağır ve yoğun bir ilaç tedavisi, bir de oksimetre ile salıyorlar beni. Bir kez daha 90 satürasyonu görürsem o gece yatıracaklar. Hala arabayı kullanabiliyorum, yetişiyorum Vera’ya. İki hafta içinde daha iyiyim. Sabah Vera’yı okula bırakıp operasyona giriyorum, dönüp okuldan alacağım, yine beraber eve gideceğiz. Yapıyorum, yetişiyorum Vera’ya. Çok yorgunum ama hallediyorum. Aylar sürüyormuş o tüberküloz testinin sonuçlarının çıkması, Tayfun’a hiç söylemiyorum. Sonuçta bir bakteri çıkıyor, verem değilim. O bakteri oraya kadar nasıl inmiş muamma. Ama açacağız ciğeri, tedavi devam ediyor… İki üç ay içinde toparlanıyorum. Öksürmüyorum, kusmuyorum artık. Ama ciğerin orasında bir iz kalmış; düzenli bakacağız diyor doktor ama bu iz ciğerinizden hiç gitmeyecek muhtemelen… Hâlâ bakılıyor, hâlâ duruyor izi. Ama iyiyim, idare ediyorum.
Peynir ekmekten öte UYAP, siyaset takip etmek
Zaman geçiyor, artık başka bir ritmi ve rutini var hayatın. Ben artık her gün UYAP’tayım. Dosyada an be an ne oluyor, sürekli bizzat takip ediyorum.
Ama bu karar hukuki olmadığı için siyaseti daha da yakından izliyorum. Kim kimle nerede görüştü, ne kadar sürdü, kim hangi açıklamayı yaptı, ne dedi, sonra ne oldu? Artık kafamda başka bir yer açıldı, evde ekmek peynir var mı bilmek gibi, öyle biliyorum, öyle izliyorum, öyle biriktiriyorum.
Bir satır gerekçe yazılmayan Yargıtay kararı ve onanan 18 yıl
Yargıtay’ın bozma kararını bekliyoruz. Tüm avukatlar, hukuk insanları aynı şeyi söylüyor; koskoca Yargıtay, muhakkak önüne sadece hukuku alacak hâkimler var, bu siyaseten kurgulanmış hukuk dışı karar elbette Yargıtay’da bozulacak, Tayfun eve gelecek. Peki.
27 Eylül 2023. Ankara’da iki lider 45 dk’lık bir görüşme yapıyor; basına daha önce duyurulmadı ve görüşme sonrasında da açıklama yapılmıyor. 28 Eylül 2023 öğlen saat 12:20 Anayasa Mahkemesi aynı dosyada bir başka sanık olan Can Atalay’ın milletvekilliği ile ilgili genel kurul gündem tarihini açıklıyor, 5 Ekim 2023.
Peki. Kafamda her şeyi biriktiriyorum ama ne gördüğümü tam netleştirmem banyoda yıkanırken oluyor. Başımdan aşağı akan su ile kafamdaki parçalar birleşiyor. Yargıtay kararı geliyor! Eminim. Çünkü AYM’nin içtihatları belli ve bir şey oluyor, görüyorum. Kafamdan siyasi liderlerin tüm açıklamalarını geçiriyorum, olacak olanı anlıyorum; Yargıtay kararını verecek, sözü AYM’ye bırakmayacak.
Saat 16:00 civarı önce Tora’yı arıyorum. Açmıyor, döner nasılsa birazdan diyorum. Avukat Deniz Altınay’ı arıyorum. Hakan Altınay’ın kardeşi ve avukatı, canım arkadaşım. O da açmıyor, arar diyorum o da. Tamam, Meriç biraz bekle, anlatırsın, ararlar.
Vera ile yemek yiyoruz, sofrayı topluyorum ama telefon hep gözümün önünde. Saat 18:45, Son Dakika uygulamasından uyarı geliyor ekrana; Yargıtay 3. Ceza Dairesi Gezi Davası’nda karar verdi. Elimdeki tabağı bırakıyorum. Telefonu alıyorum, habere bakıyorum; “Ayrıntılar Geliyor.” yazıyor.
Aynı anda telefon çalmaya başlıyor, aynı anda herkes arıyor. Kararda birileri salınmış, karar birilerine onanmış. “Ayrıntıların” netleşmesi bir 10-15 dk. alıyor. Hakan ve Mücella tahliye.
Tayfun artık tutuklu değil, hükümlü; 18 yıl. Ama nasıl? Hani koskoca Yargıtay, hani Cumhuriyet’ten eski, çok yüksek yargı kurumu? Hangi delil ile nasıl onar? Önden görmenin verdiği bir hal sanırım bu kez.
Önce sakince hiç çıtımı çıkarmadan Vera’yı uyutuyorum. Telefonlar sonra. Emrah, Gürkan, Pelin, Kemal… Yine evdeyiz. 25 Nisan 2022 sil baştan. Herkes kireç gibi, herkes birbirine bakıyor, herkes sonunda bana bakıyor. Deniz arıyor. Git diyorum sarıl Hakan’a benim için de. Yapamam diyor, yapacaksın Deniz diyorum. Bir de fotoğraf yollayın bana. Yolluyor. Peşi sıra Hakan arıyor. İnanılmaz. 1 saat önce Tayfun ile beraberdi. Şimdi benimle konuşuyor. Hakan Altınay, Hande Altınay ve oğulları kuzum Ege ile ilk görüş günümüz olan 29 Nisan 2022’de tanıştık. Tayfun da aynı koğuşa girince tanışmıştı.
Ne örgüt ama! 2013’ten saysan onca yıl, mahkemenin başladığı 2019’dan bu yana saysan yine onca yıl, aynı dosyadan yargılanan, bir amaç doğrultusunda beraber hareket ettiği iddia edilen ama hiç birbirini tanımayan insanlar… Bu sürecin varsa tek bir güzel tarafı, o da bu güzel aileyi tanımak, onlarla dost olmaktır. Canım Hakan, şaşkın, bir şeyler diyor, ben de “Hakan hoş geldin” diyorum ve o an film kopuyor. Telefonu kapatınca ikinci kez ağlıyorum, 25 Nisan’da olduğu gibi…
Yargıtay kararı geliyor, 67 sayfa. Peki. Tayfun’a 1,5 sayfa ayrılmış, bir satır gerekçe yazılmamış. Ne yazacaklar ki! Çok enteresan bir metin; gerekçesiz karar. O kadar hızla çıkılmış ki karara, hiç lüzum görmemişler, kim niye salındı da kimin cezası niye onandı iki satır gerekçe yazıp, delil - hukuk anlatmaya. Gerçi, ne yazacaklar ki? Peki.
Kıyamet. Peşi sıra Anayasa Mahkemesi Krizi’nin ortasında kalıyor dosya. Bu başka bir tartışma, daha teknik bir mesele bana göre, esas olan masumiyetimiz. Ama boğuluyor konunun esası; suçsuz ve delilsiz olarak verilen mahkûmiyet kararı, masumiyetimiz boğuluyor. Hemen Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapıyoruz, 27 Ekim 2023.
“Benim adım Osman, Vera, sakın beni unutma!”
Zaman geçiyor... Bu yazı yayınlandığı gün ben Tayfun’u bir saat görmek için 138. kez Silivri’de olacağım. Hafta dediğin görüş gününden görüş gününe akar dedim ya, bir ay dediğin de açık görüşten açık görüşe akıyor.
Bugüne dek 44 kez karşı karşıya oturduk Tayfun ile çünkü yan yana oturmamız da yasak. Ve hatta sadece bir kez girerken bir kez de çıkarken sarılabiliriz; dedim ya kurallar öyle. O yüzden pek kıymetli o açık görüşler hepimiz için, hele ki Vera için. Ve her seferi de aklımıza mıh gibi kazılı.
Ama biri diğerlerinden daha farklı.
10 Mayıs 2024, 34. açık görüş. Görüş bitmiş, cezaevi koridorunda retinamızı okutup çıkacağımız turnikelere doğru yürüyoruz. Vera 3-4 adım önümde. Tam çıkacağımız noktadan biraz önde sağda avukat görüşlerinin yapıldığı kabinin önünde duraksıyor. Yanına geldiğimde baktığı yöne doğru bakıyorum, Osman Kavala camın hemen ardında avukatı ile görüşüyor.
Vera’yı görünce bir anda ayağa fırlıyor, bağırıyor; “Vera, ben Osman!”, elini göğsüne götürüp kendini işaret ederek tüm gücüyle bağırıyor sesini duyurabilmek için çift cam ardından, “Benim adım Osman, Vera, sakın beni unutma! Benim adım Osman, Vera!” Hemen infaz görevlisi geliyor, “Devam edin!” diyor. Devam ediyoruz. Anne diyor Vera “Kimdi bu Osman amca?” o da burada kalıyor Vera diyebiliyorum... Aslında biz hiç tanışmıyoruz Osman Kavala ile... Ne düşündü, ne hissetti, belki bir gün kendisi anlatır... Vera büyüdüğünde hatırlayacak mı? Unutulacak bir an olmadığı kesin.
Ne kadar bekleyeceğimizi bilmeden beklemek
Sabır… Sebat… İnat… Alışmamamız gereken bir anormalliğin ortasında, her gün, her saat haksızlığa uğramanın yakıcı hissiyle, bir adalet enkazı altında, Vera duymasın diye sakince attığım ve nerede yankılandığını bilmediğim, “Sesimi duyan var mı?” çığlıkları.
Konuşuyorum, anlatıyorum, dertleşiyorum ve her yeni umuda yeniden sarılıp, sonra tekrar daha büyük bir hayal kırıklığı ile başa döndüğümüz sarmalın ortasında çıkış arıyorum. Bir çıkış olduğunu biliyorum, çıkışa giden yolları, tünellerin sonundaki ışıkları görüyorum, kalp atışımı hızlandıran iyi ve kötü havadisleri yorumlamaya, bir haber ya da köşe yazısından ipucu yakalamaya çalışarak Türkiye’nin imâlı, göndermeli siyasi iklimi içinde en basit olanı, hakkımız olan adaleti istiyorum. İhtimalleri tartıyorum, önümü görmeye, kızımızı hasarsız şekilde yetiştirmek için uğraşıyorum.
Masum bir tutuklunun eşi, babasını bir cam arkasından görüp, ayrılırken “gitmek istemiyorum” diye ağlayan bir kız çocuğunun annesi, ailesini tek başına geçindiren bir kadın ve çoğunlukla “bilmiyorum” diye cevap vermek zorunda kaldığım ağır soruların muhatabıyım. Zihnimin, duygularımın ve dayanma gücümün sınırlarını yeniden keşfetmek ve genişletmek durumundayım. Geriye dönüp bakınca “nasıl atlattım ben bu çılgınlığı” diye, ileriye bakınca “daha ne kadar sürecek bu işkence?” dediğim, her adımı dikenli bir yolda yaralarımızın kabuk bağlamasına izin vermeyen bir hızda yol almaya çalışıyorum.
Oysa… Basit hayallerimiz, sade hayatlarımız vardı. Biricik kızımızı “analı-babalı” büyütecektik. Vatana millete hayırlı olacaktık. Ülkesine faydalı insan olması, hak yemekten kaçınması öğütlenmiş, trafik cezası almaktan bile çekinen, hayatı boyunca silah görmemiş, hukuk dışında yol yöntem bilmemiş, olması gerektiği gibi insanlardık. Vera soruyor, cevap veremiyorum, ben de soruyorum: “Ne istediler bizden? Nerede bizim evimizin babası?”
Şimdi bekleyeceğiz, ne kadar bekleyeceğimizi bilmeden bekleyeceğiz. Ben tüm yorgunluğuma aldırmadan anlatacağım masumiyetimizi. Tüm gövdemle gireceğim ama o ciğeri de bu yolda bırakmayacağım. Kızımın bana ihtiyacı var, kızımın babasına ihtiyacı var ve benim ona sözüm var: Hepsi geçecek Vera, emin ol.
Editörün notu: Yazıda adı geçen isimler, Tayfun Kahraman’ın çalışma arkadaşları da olan İBB Genel Sekreter Yardımcıları Mahir Polat ve Gürkan Akgün ile Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan’dır.