“Seni terk ediyorum. Sürekli mızıldamalarından bıktım. Bir türlü karar alamamandan bıktım. Hantallığına artık katlanamıyorum. Bütün bu özelliklerin sayesinde bitmiş olmana rağmen, kendini hâlâ bir şey sanmana sinir oluyorum. Güvenliğini benim sağlamamı bekliyorsun ama bunun için elini taşın altına koymuyorsun. Bundan da çok sıkıldım. İnsan hakları, eşitlik, azınlık hakları gibi değerlerin ortak değerlerimiz olduğunu söylemenden de sıkıldım, çünkü değiller, seni terk ediyorum. Boşanıyoruz. Ne halin varsa gör, yeter be!”
İşte ABD Başkan Yardımcısı J.D Vance, 14 Şubat’ta Münih’te Avrupa Birliği’nin gözünün içine baka baka neredeyse bunları söyledi.
Sarf ettiği sözlerle, Avrupa Birliği’ne adeta tekme tokat girişen Vance, belki de söylediklerinde ne kadar ciddi olduğunu kanıtlamak için hiçbir Avrupalı ülkenin liderinin konuşmasını ya da ona verecekleri yanıtı da dinlemedi. Artık başka tür bir partnerle birlikte olmak istediğini de açıkça ortaya koyarcasına yalnızca bir kişiyle buluştu: Avrupa’nın değili niteliğindeki aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi’nin lideri Alice Weidel ile. Sonra da çekip gitti.
Oysa, bütün bunların sahnesi Münih Güvenlik Konferansı, Prof. Tarık Oğuzlu’nun tarifine göre, Avrupa ve ABD’nin arasındaki nikahı her sene tazelemenin ve bunun boşanmaya cevaz vermeyen bir Katolik evliliği olduğunu dünya aleme göstermenin yeriydi. Zira, Münih Güvenlik Konferansı'nın temel işlevlerinden biri, Avrupa ve Amerika’nın güvenlik politikalarının uyumlu hale getirilmesini sağlamaktı.
Ukrayna konusunda görüş alışverişi beklerken aşağılanmak
Avrupa, Vance’ten bambaşka bir konuyu ele almasını bekliyordu; Ukrayna-Rusya Savaşı’nı. Çünkü ne de olsa bu savaşı doğrudan kendi güvenliklerine yönelik bir tehdit olarak görüyorlardı. Ukrayna’ya yardım için tonlarca para dökmüşlerdi. Rusya’ya Ukrayna’da direnemez ve ABD ile birlikte hareket edemezlerse, Moskova’nın gerisini getirme ve başka ülkeleri de işgal etme olasılığı vardı. Tamam, Ukrayna Savaşı’nı bitirmek isteyen Trump, Atlantik’in öbür tarafında iktidara gelmişti ama AB’yi de bu kadar önemli saydıkları bir konuda yarı yolda bırakacak değildi ya…
Fakat tam olarak öyle oldu, Vance AB’yi yarı yolda bırakmanın da ötesine geçeceğini gösterdi, bu konuya üstelik Münih Güvenlik Konferansı gibi bir yerde hiç değinmedi. Tam tersine, Avrupa’ya yönelik en önemli tehdidin Avrupa’nın kendisi olduğunu, muhataplarının gözlerinin içine baka baka söyledi, çünkü Avrupa, Vance’e göre, farklı düşünenleri susturuyordu, medya özgürlüğü yoktu. “Eğer kendi seçmeninizden korkuyorsanız, Amerika'nın sizin için yapabileceği bir şey yok." dedi.
Vance’in kast ettiği seçmen, şüphesiz, ABD’de Trump’ı da iktidara taşıyan seçmen; göç karşıtı, toplumsal cinsiyet duyarlılığına düşman, iklim değişikliği inkarcısı ve mevcut birçok düzenlemeyi, yasaları, deneyimden süzülen bir birikim olarak değil de devleti şirket gibi yönetmek isteyenlerin önündeki bürokratik engel olarak gören ve gittikçe güçlenerek, Avrupa aşırı sağını büyüten kitleler.