Britanyalı gazeteci yazar Johann Hari Çalınan Dikkat kitabının başında, çağımızın parolasının “Yaşamayı denedim ama dikkatim dağıldı” olup olamayacağını tartışmaya açıyor. Kitap boyunca çalınan dikkatimizi hem bireysel hem de toplumsal düzeyde kazanmanın mümkün olup olmadığını sorgulayan Hari, birtakım çözüm önerileri sunmayı da ihmal etmiyor.
Hari, yanıtını aradığı her soruyu o alandaki en uzman kişiye yöneltiyor, aldığı cevapları da son derece sade, akıcı ve anlaşılır bir dille anlatıyor. İnsan hikayeleri de katıyor anlatısına, kendi deneyiminde yaşadığı zorlukları da… Bu kadar klişe gibi görünen ve dijitalleşmenin hayatımızdaki yeri büyüdükçe çok çiğnenen bir başlığı bilimsel dayanak, insan hikayeleri ve güzel bir anlatımla harmanlıyor.
Yeni yıl kararlarınızın arasına sıkıştırabileceğiniz öneriler içeren ve günümüz dünyasında giderek artan dikkat dağınıklığı sorununa ışık tutan Çalınan Dikkat kitabının bize neler anlattığına ve okuru hangi konularda uyardığına baktık.
Sistemik sorunlar için sistemik çözümler gerekiyor
Enformasyon bombardımanı ve dijitalizmin bizden çok şey götürdüğü açık. En önemlileri de berrak bir zihin ve çok ihtiyaç duyduğumuz odaklanma kabiliyeti. Kendimizi tavşan deliğinin dibinde, tamamen alakasız şeylere bakarken bulduğumuz bir sonsuz kaydırma kıskacının içindeyiz. Peki buradan geri dönüş mümkün mü?
Hari, bu soruna dijital cihazlardan belli aralıklarla uzaklaşarak dijital detoks yapmak, sosyal medyayı sınırlı zaman dilimleri belirleyerek kullanmak, önemsiz bildirimleri kapatmak, çalışırken telefonu uzağımızda tutmak gibi çeşitli bireysel çözümler sunuyor. Aynı anda birden fazla iş yapma becerisi olarak hayatımıza giren “multi tasking” yerine tek bir işe odaklanmamız, düzenli egzersiz yapmamız, sağlıklı bir uyku ve beslenme düzeni edinmemiz gerektiği de öneriler arasında.
Yazar, kitabın başında dijital detoks yapabilmek ve çalışmaya odaklanabilmek için birkaç aylığına şehir merkezinden uzakta sessiz bir kasabaya (provincetown) gittiğini anlatıyor. Giderken yanına internete bağlanamayan bir telefon ve de kitabını yazabilecek bir bilgisayar alıyor.
Her şey iyi hoş da ya sonra?
Hari’nin kendi deneyiminden yola çıkarak vurguladığı gibi bu sorun, bireysel çözümlerle halledilemeyecek kadar büyük ve de kapsamlı aslında. Yazarın ifadesiyle söylemek gerekirse, “sistemik sorunlar için sistemik çözümler gerekiyor.”
Üç ay ormanda telefon ve internetten uzakta yaşamak mümkün ama dönmek zorunda kaldığınız sosyo-ekonomik düzenin sizi aynı sarmala çekmesi için sadece bir saat yeterli.
Bireysel değil, kolektif odağımız da dağınık
Hari, kitapta odaklanma becerimizi nasıl kaybettiğimizi 12 başlıkta uzun uzun anlatıyor. Ardından da bu sürecin sonuçlarını…
Özellikle sistemik olan birkaçının altını çizelim; fiziksel ve zihinsel bitkinliğin artması, sizi takip edip yönlendiren teknolojilerin artışı, zalim iyimserliğin artışı, stres artışı ve tetiklediği teyakkuz hali, beslenme düzeninin bozulması…
Bu başlıklardan yola çıkarak kendi sosyo-ekonomik düzenimize baktığımızda, toplumsal sorunların artışı, toplumu ayakta tutan kurumların çürümesi, ekonomik krizler, uzun çalışma saatleri, ağır çalışma koşulları, barınma ve beslenme problemleri, güvencesizlik derken liste uzayıp gidiyor. Hal böyle olunca stres topuna dönüştüğümüz bu yaşam düzeni içinde, sadece bireysel değil kolektif dikkat odağımız da daralıyor ve bozuluyor…
Öte yandan teknoloji devi şirketlerin beynimizi istila etmeye endeksli kazanımları, sorunu küresel bir krize dönüştürüyor. Bu şirketlerin reklam odaklı teknoloji tasarımları ve bireyi meta’nın kendisi haline dönüştürmesi uzun zamandır tartışılıyor. Bu tartışmalar odağında dilimize pelesenk olan “bir ürün için para ödemiyorsan ürün sensindir” uyarısı kişisel verilerimiz karşılığında “ücretsiz” kullandığımızı sandığımız sosyal medya uygulamalarından uzak durmamıza yetmiyor.
Sadece satın alma alışkanlıklarımızı değil, politik beklenti ve yönelimlerimizi de biçimlendiren bu zehirli düzende artık adil ve özgür seçimler de mümkün değil.
Hari, bu küresel krize birtakım bireysel çözümler sunarken samimiyetle bunların uzun vadede işe yaramayacağını da belirtiyor. Köklü çözümler için, teknoloji şirketlerinin ve hükümetlerin asıl sorumluluğu üstlenmesi gerekiyor. Sosyal medya platformlarının daha az dikkat çalan bir yapıya dönüştürülmesi için düzenleyici politikaların hayata geçirilmesi ve bireyi hem fiziksel hem de zihinsel düzeyde çürüten çalışma koşullarının iyileştirilmesi gerekiyor.
Dünya hızlanırken biz nasıl yavaşlayabiliriz?
Hızlı bir yaşam tarzı, sürekli çevrimiçi olma isteği ve bilgi bombardımanı, odaklanma ve derin düşünme becerilerini zayıflatıyor. Hari, modern toplumun teknolojik gelişmelerle birlikte hızlandığını, ancak bu hızın insan biyolojisi ve psikolojisi ile uyumsuz olduğunu savunuyor.
Sürekli bir şeylere yetişme telaşının, bireyleri tükenmişlik ve dikkat eksikliği gibi sorunlarla yüz yüze bıraktığına dikkat çekerek çalışma saatlerinin esnetilmesi ve daha insancıl bir iş yaşamının geliştirilmesi gerektiğini belirtiyor.
Peki ama kazanımları bireyin odağına endeksli teknoloji devi şirketler daha az kazanmaya razı gelecekler mi? Ya da hükümetler insanların modern kölelik sistemi içinde çalıştıklarını kabul edip buna göre çalışma koşullarını iyileştirecekler mi?
Toksik bir rekabet kültürü içinde, aynı anda her şey olmaya koşullandırıldığımız, birden çok işi eş zamanlı yapmaya programlandırıldığımız çalışma şartlarında multi tasking’den kaçınıp tek bir işe odaklanmamıza razı gelecekler mi?
Yavaşlamanın kaybetmek olduğunu düşünen kaotik bir hız çemberi içinde, biz nasıl yavaşlayabiliriz?
Yılın kelimesi “beyin çürümesi”
Geçtiğimiz günlerde, Oxford Sözlüğü “brain rot” yani “beyin çürümesi”ni yılın kelimesi olarak seçti ve kelime “önemsiz ve zorlayıcı olmayan içeriklerin aşırı tüketimi sonucu kişinin zihinsel durumunun ve entelektüel halinin bozulması” olarak tanımlandı.
Sosyal medyanın gereksiz ve eğlence odaklı kullanımı, zihinsel olarak sağlıksız içeriklerin sonsuz bir akış içinde tüketilmesi beyni uyuşturarak zihinsel tembelliğe ve derin düşünme kapasitesinin azalmasına yol açıyor. Bu durumu tanımlayan “beyin çürümesi” ifadesinin yılın kelimesi seçilmesi tesadüf değil.
Bu soruna dikkat çekmek ve tehlike alarmlarını susturabilmek için; kitap okumak, kişisel ilgi alanları keşfedip o ilgi alanlarına yoğunlaşmak, doğa ile bağ kurup uzun yürüyüşler yapmak, arkadaş ortamlarında sosyalleşmek gibi birtakım bireysel çözümler üretmek mümkün elbette.
Ancak doğanın talan edildiği, sosyal alanların giderek daraltıldığı, arkadaşlarla dışarıda yiyip içerek sosyalleşmenin maddi açıdan anksiyetik sonuçlar doğurduğu bir yaşam biçimi, bu çözümlerin geçerlilik süresini kısaltıyor ve etkisini azaltıyor.
Hal böyle olunca evde kalıp sosyal medya üzerinden sosyalleşme umudu ve aslında yanılsaması kaçınılmaz oluyor.
Bu da sonsuz bir döngüde ekran kaydırmaya devam etmek ve parça parça yitirdiğimiz dikkatimizi günün sonunda kendi elimizle hırsızlara teslim etmek demek.
Ortada bir çalma söz konusuysa burada bir suç da var demektir ve bu durumda problem bireysel olsa da sistemsel çözümler gerekir. 2024’ün en çok tartışılan kitaplarından olan Çalınan Dikkat tam da buna işaret ediyor ve ilgilileri için yeni yılda dikkat edebilecekleri birtakım çözüm önerileri sunuyor.
Tabii verebileceğimiz bir dikkatimiz hâlen elde kaldıysa…