Bilindiği üzere, Türkiye’nin de parçası olduğu Birleşmiş Milletler, “sürdürülebilir kalkınma”yı sadece ekonomik büyüme (hane gelirlerindeki net ve hane sayısına göre düzeltilmiş artış) olarak düşünmenin son derece yanıltıcı olduğundan hareketle, toplumsal adalet ve eşitlik ilkelerinin ana eksene alınmasını, sağlık/eğitim/sosyal içerme alanlarında kamusal çabanın yükseltilmesini ve çevrenin korunmasının gerekliliğini vurgular.

Buradan yola çıkarak, başta inşaat, sanayi ve maden olmak üzere, tekil yatırım projelerinde ekonomik, toplumsal ve çevresel boyutların bütüncül olarak değerlendirilmesinin altını çizer.

Zira projelerin ekonomik katma değer yaratmasının yanında olumsuz çevresel ve toplumsal etkilerinin bulunup bulunmadığı, eğer varsa bu etkilerin ne ölçüde ve nasıl önlenebileceğinin tartışılması gereklidir.

Ayrıca, birçok çevresel etkinin doğrudan ve dolaylı yollarla sosyal ve ekonomik kayıpları beraberinde getirdiği de unutulmamalıdır.

Türkiye’de çevresel etki değerlendirme (ÇED) süreci İstanbul Havalimanı’ndan Kanal İstanbul’a, Akbelen Ormanları’ndaki kesimden İliç’te yaşanan felakete kadar birçok durumda tartışmaya konu olageldi.

Bilindiği üzere, ÇED Türkiye’de 1993’den bu yana uygulanıyor—Bakanlığın sitesine referans verecek olursak—“gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek etkilerinin önlenmesinde ve seçilen yer ile teknolojik alternatiflerinin belirlenmesinde uygulanan önemli bir araçtır”.