Yer: Cem Yılmaz’ın üretim mabedi.

O, portakallı oralet içiyor, ben kahve. Arka planda vaktimiz kısıtlı olmazsa her birinin hikâyesini sormak istediğim sanat eserleri ofis algısını kırıp, başka bir dünya vaat ediyor. 

Uzun bir masada karşılıklı oturuyoruz; röportajın kaydına başlamadan evvel harika bir ev sahibi olarak resmiyeti kıracak, konuğuna eş iletişim alanı açan sohbeti başlatıyor. Eş zamanlı zihnimde hatıralar yolculuğuna çıkıyorum.

Leman Kültür’de sahneye çıkan genç bir insanın bir gecede ülkenin gülme refleksini fabrika ayarlarına döndürüp yeniden kodladığı yılları düşünüyorum. Kaç akşam bilet bulmak için sırada beklediğimizi ve çağdaşımız biri tabuları yıkarken tanık olmak istediğimizi… 

Bu tanıklık yıllar içinde yeni gösteriler, filmler ve dizilerle çoğalırken kendi hayâline sadık kalan birinin olgunluk çağında karşılıklı sohbet etmek kıymetli. 

Şimdi; 2024 senesinde Erşan Kuneri Bey’in 84. yaşına ışınlanıyoruz ve kaydı başlatıyorum.

“Genel olarak Erşan Kuneri’nin benim en çok sevdiğim yanı; kabiliyeti olmayan alanda var olma çaba11sı. Hasbelkader bir sinemacı, kör topal bir sanatçı ve yarım yamalak bir adam özetle…”

Karton bir karakterin 80’lerden gelip günümüzü meşgul etmesi alışkın olduğumuz durumlardan değil. Bunda Cem Yılmaz isminin gücünü hakkını teslim ettiğimizde Yeşilçam vodviline ayrılan kritik süresinin ülke standartlarının üstünde olması normal. Röportaj için bir araya gelmeden önce bütün uyaranlardan bağımsız, Erşan Kuneri ile ilk kez tanışıyormuşuz gibi ön izlemeyi bir maratonla tamamladım. İzlerken sıkça durdurup notlar aldım. Referanslara ve bize yansımasına bolca, “Yok artık, bunu da mı yaptınız,” dedim.