Bazıları gazeteciliği ruhuyla yapar. Ceren de öyleydi.
Gazeteciliği ruhuyla yapmak derken, yazdığı habere girmekten korkmamaktan, haber konusu mağdurlarla hemhal olmaktan, ne yazıyorsa ciddiye almaktan söz ediyorum.
Ceren kendi görüşlerini habere gizleyip, okura ne düşünmesi gerektiğini söylemeye çalışmazdı. Haberleri hep olgular üzerineydi, okura saygısı kuvvetliydi.
Fayn’daki ilk haberi, “İngiltere Keir Starmer ile değişebilecek mi?” başlıklı haberdi.
O zaman Ceren’i şahsen tanımıyorduk ama haberindeki özen öyle dikkat çekiciydi ki… O günlerde yüksek lisansını da yaptığı İngiltere’deydi. Türkiye’ye döndüğünde de Fayn için haber üretmeye devam etti.
Aklı hep, bizim deyimimizle, sahada olmaktaydı. Yani olay yerinde, hareketin tam göbeğinde olmak. Bazen ona, editörü olarak olayın tam göbeğindeki o anlık haberlerin ajanslardan da geldiğini, sahada olmanın mesleğimizin özü olmakla birlikte, taraflardan, farklı insanlardan görüş alınarak, iz sürerek yapılan haberlerin de okur açısından önemli olduğunu anlatmaya çalışırdım. Elbette biliyordu ama aklı hep sahada kalıyordu.
Ceren deyince benim aklıma kazınan fotoğraf, Pazartesi yaptığımız gündem toplantılarından birine, kendi kullandığı arabadan katıldığı hali. Bir kenara çekip durmasını istemiştim ondan.
“Yok, yok” demişti, gözümü yoldan ayırmam, dinliyorum ben sadece.
Tabii ki yalnızca dinlemekle kalmamıştı, her zaman olduğu gibi elinden gelen en iyi biçimde katkı sağlamıştı toplantıya.
Kahramanmaraş depremlerinin yıldönümü için Hatay’a gidiyordu. Uzun uzun haber planlamalarını yapmıştık. Haber için sık sık konuşurken, dostluğumuz da gelişmeye başlamıştı.

Ondan yerel üretim salça istemiştim Hatay’dan. Salçaları bırakmak için uğradığı İstanbul’daki ofisimizde uzun uzun sohbet etmiştik onunla.
Nihayet yüz yüze yapabildiğimiz ilk derin sohbetimizdi.
Çok içten, çok samimi bir yaklaşımı vardı Ceren’in. Demek istediğini diyen, ne söylenirse can kulağıyla dinleyen. Arkadaş canlısı.
Çok güzel gülüyordu bir de… Gülmek gerçekten yakışıyordu.
Ölüm haberini aldıktan sonra dolaptaki salçaları görmek hayatın tokadı gibiydi. Ceren olsaydı, mutlaka o tokadın acısını hafifletecek bir şey söylerdi. Dert dinlemeyi biliyordu zira.
Ceren’e de söylediğim gibi, bir kusuru vardı. Mükemmeliyetçiydi. Editörü olarak, mükemmelin iyinin düşmanı olduğunu anlatmaya çalışırdım. O kadar mükemmel iş yapmaya çalışırdı ki bazen haber gecikirdi. Onu arayıp, şimdi burada tekrar etmeyeceğim ama Ceren ile aramızda geciken haberlerde şifre olarak kullandığım cümleyi söylerdim.
Her seferinde çok gülerdik birlikte.
Moka girdi sonra hayatına. Barınaktan almıştı. Barınaktan gelen her travmalı köpek gibi biraz zorluyordu.
Moka da yakınlaştırmıştı bizi, onunla ilgili konuşurken, deneyimlerimizi paylaşırken hayatı da ucundan kıyısından ama derinlemesine paylaşır olmuştuk.
Moka bazen heyecanlanıyor Ceren’i aniden çekiştiriyordu, bu nedenle boyun fıtığı başlamıştı Ceren’de.
Fayn’ın haftalık bültenini hazırladığımız Perşembe günü bana yazdığı son mesajda, fizik tedaviden geldikten sonra ateşinin çıktığından, kendisini hiç iyi hissetmediğinden söz ediyordu.
O hafta Fayn’a katkıda bulunamayacaktı. Şöyle diyordu: Gerçekten artık sağlık konusunda büyük bir sınavdan geçiyorum. Özür dilerim.
Hayat senden özür dilemeli Ceren.
Yaşanacak çok şey varken gittiğin için.