80’li 90’lı yıllarda devlet okullarında beslenme çantasına konmasına hoş bakılmazdı. Herkes alamazdı. “Çikita” denince kalbimiz oynardı.
Tesadüf değil. Muz dünyanın en “enternasyonel” bitkisi; üretimi, ticareti, markaları, yarattığı anlam evreni, her şeyiyle olağanüstü kapitalist.
Aslında yüzlerce çeşidi var ama 50’li yıllardan beri tek türünü yiyoruz: Cavendish.
İnsanlar her yıl 100 milyar adet muz yiyorlar. Chiquita, Fyffes, Dole ve Del Monte gibi şirketlerde 1 milyondan fazla kişi istihdam ediliyor. Muz ekonomisinin büyüklüğü yıllık 40 milyar dolardan fazla.
Ne de olsa herkes muz sever. Her öğün yiyebilirsiniz, harika potasyum kaynağıdır, ishali keser, mideye dost, aside düşman.
Ama bu güzide meyvenin geçmişi netameli ve geleceği tehlikede. Hem de ikinci kez.
Muz sevdası
Muz, mısır, buğday ve pirinçten sonra insanlığın en çok yediği dördüncü şey. Bazı ülkelerde günlük kalorinin yarıya yakınını tek başına karşılıyor.
Çünkü muz, ekimden yedi ay sonra meyve veriyor. Bir hevengin ağırlığı ortalama 30 kilo. Bu olağanüstü bir verim.
Türkiye’de ticari muz yetiştiriciliği, 1930’lu yıllardan sonra başladı. Mısır’dan gelen cüce Cavendish muzlar Anamur’da tutturulabilmişti.
Kartel kuruluyor
Aslında market raflarında gördüğünüz tüm muzlar Cavendish. Ve kanlı bir kapitalizm trajedisinden doğdu.
Muzu Amerika’ya ilk olarak Portekizliler Uzak Asya’dan getirdi. ABD’ye satmak ise ilk Jamaikalı girilimci Lorenzo Dow Baker’ın aklına geldi. Amerikalılar muza bayıldı.