“Sana ne oldu?” söyleşilerinin yeni etabında yazar dostlarımla konuşuyorum. Bu defa merak ettiğim şu: Bir yazarın yazdığını dünyayla paylaşma motivasyonu nasıl oluşur, o âna kadar yazıyla ilişkisi nasıldır ve sonrasında neler olur… Kitabı yayımlanmak nedir, neye benzer, kime ne yapar, bir şeyleri değiştirir mi, yazan kişinin psikolojisine nasıl etki eder?
Bu çerçevede muhataplarıma “İlk kitabın yayımlanınca sana ne oldu?” diye soruyorum.
Bu defa sorularımın adresi Defne Suman. Defne benim hayatıma Mavi Orman ile girdi. Kitapların insanların hayatlarına doğru zamanda geldiğini, bir şeyler söylemek üzere tam zamanını beklediğini düşünürüm. Mavi Orman da sanırım çevremdeki pek çok kişiye yaptığı gibi bana da bir şeyler yapmış bir kitaptır. Defne’yi sanıyorum okur ilk bu kitapla tanıdı, sevdi, yakınlık hissetti. Onunla konuşmadan önce hangi kitabını bir “ilk kitap” olarak konuşacağımızdan emin değildim. Çünkü Mavi Orman bir seyahat güncesi olarak doğsa da bence uzun bir iç döküş ve bir süre bir blogda birikip sonradan kitaba dönüşmüş bir metin. Bu açıdan çok değerli. Ona ilk Mavi Orman’ı sordum ama arkasından yazdığı ilk romanları Saklambaç ve Emanet Zaman’ı ve onların okurla buluşma hikayelerini de konuşunca onun yazarlığının ilk adımlarını hakkıyla ele almış olduk diye hissediyorum.
Defne Suman bugün 25 dile çevrilmiş bir yazar. Bu müthiş şans herkese nasip olmuyor. Ama kendisinin de dediği gibi dünyaya açılmak onun kaderinde var; çok yolculuk yapan, biri Atina’da biri İstanbul’da iki evde, İngilizce, Yunanca ve Türkçeden oluşan bir dil evreninde yaşayan biri.
Ona önce yazmak eylemiyle nasıl tanıştığını sordum. O ilk deftere ne zaman başlamış? Hatırlıyor mu?
“Çok iyi hatırlıyorum. Annem bana ilkokul birinci sınıfta okumayı sökünce bir günlük aldı ve günlerimi o deftere yazmamı istedi. Ben de bu şekilde defter tutmaya başladım. O ilk defter hâlâ duruyor. İştahla uzun uzun tutulmuş kayıtlar. Sonra başka defterlerle devam ettim günlük tutmaya.”
İç döküşler de var mıdır acaba o ilk defterlerde?