Bu yazıda, 6 Şubat depremlerinin, merkez üssüne 180 km uzakta olduğu hâlde en büyük fiziksel, sosyal, kültürel yıkımı ve doğa kırımını yaşamış olan Antakya’ya ve kentin 21 ay sonunda geldiği duruma bakacağız. Antakya’da 27 Ekim 2024 günü çekilmiş iki fotoğraf üzerinden, kentin bugününü anlamaya çalışacağız.

Antakya’da depremi bir afete dönüştüren ve depremden sonra da süren koşullar, depremden sonra yapılması gerekenlerle örtüşmeyen çalışmalar ve Antakyalılarla beraber iyileşme olanaklarına dair değerlendirmeleri daha önceki yazılarımızda okuyabilirsiniz. 

Antakya’da deprem felakete dönüşürken
Fayn, 6 Şubat 2023 depremlerinin en çok zarar verdiği Hatay ve Antakya’yı yeni yazı dizisinde inceliyor. İlk bölümde, “Merkez üssü Kahramanmaraş olan depremler neden en yıkıcı etkisini Hatay ve Antakya’da gösterdi?” sorusuna yanıt arıyoruz.“O gün” öncesinde şehre kim ve nasıl ihanet etti?
Antakya: Sonra birçok şey oldu, ama hiçbir şey olmadı
Fayn, 6 Şubat 2023 depremlerinin en çok zarar verdiği Hatay ve Antakya’yı yeni yazı dizisinde inceliyor. İkinci bölümde, depremden bugüne geçen bir buçuk yılda, Antakya’da nelerin yapılıp nelerin yapılmadığına ve şehrin bugününe odaklanıyoruz.
Antakya yol ayrımında: Peki bundan sonra?
6 Şubat depremlerinin üzerinden 1,5 yıl geçtikten sonra Antakya’nın geleceğinde ne var? İyi ve kötü senaryolar ne? Umutlu ve umutsuz olmak için hangi nedenler var? Yazı dizimizin 3. bölümünde Antakya’nın geleceğini mercek altına alıyoruz.

Antakya’da yaşayanlar ya da geçici dönemin zorlu koşulları nedeniyle oradan bir süreliğine göç etmiş olan ve geri döneceği günü bekleyenler için yaşam koşullarında en küçük bir düzelme yok. Ama yine de insandan, hayattan, iyi gelecekten, iyilik hâlinden umudu kesmek için henüz erken. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz süreç bizi umutsuzluğa sürüklemekte ısrarcı olsa da, “biz” umudun hatrına bakmaya, görmeye, ses olmaya, kaydetmeye dair çabamızı sürdürmeliyiz. 

Antakya'dan iki fotoğraf

Antakya’ya son gidişim, 21 Eylül 2024’teydi. Depremden bugüne kadar olan süreçte birçoğumuz için değil bir ay, bir hafta bile oradan -fiziksel olarak- uzak kalmak, bir sonraki gidişimizde Antakya’daki her şeyin değişmiş olabileceği anlamına geliyor. 

Her defasında tanıdığımız sokaklar biraz daha değişmiş, anılarımızın mekânları biraz daha yıkılmış, zeytin ağaçları biraz daha azalmış, tarım alanlarının daha büyük bir kısmı betonla görünmez olmuş, gökyüzü hiç geçmeyecekmiş gibi görünen gri bir bulanıklığın içinde kaybolmuş oluyor.