Değerli okurlar,
Aslında deprem ve ahlak ilişkisine dair okurlardan gelen iki talep üzerine iki yazı yazmıştım daha önce. Bir tanesi “Bir zamanlar dutluktu”, diğeri ise “Evimiz depremde yıkılabilir. Yine de kiraya versek mi?” başlıklı yazılar.
Malumunuz, 6 Şubat depremlerinin ikinci yıldönümü geldi çattı. Yaşanan kötü günleri, toplumsal bilinçlenmeye katkıda bulunabilmek adına unutmamak ve unutturmamak için herkesin elinden geleni yapması gerekiyor diye düşünüyorum.
Ülkenin önde gelen, saygın bilim insanları, özellikle de jeologlar unutmayalım diye bu problemi sürekli dile getiriyorlar. Bir kısmının, bununla da kalmayıp, olası depremlerin insan üzerindeki olumsuz etkisini azaltabilmek için geceli gündüzlü çalışan bilim insanları olduğunu biliyorum. Bu anlamda onlar hem topluma karşı ahlaki ödevlerini hem de deontolojik (mesleki etik) sorumluluklarını yerine getiriyorlar.
Peki bizler ne yapmalıyız? Ahlaki sorumluluğunu yerine getiren bilim insanlarını takdir etmek yetmez, bizler de birey olarak elimizden ne geliyorsa bu bilinçlenme sürecine katkıda bulunmalıyız. Bilinçlendirme adına elimizden bir şey gelmese bile “bilinçlenmek” bile yeterli bir katkıdır ve hepimizin ahlaki ödevidir diye düşünüyorum.
Öyleyse ben de kendime “Ahlak Bekçisi” diyorsam, bunun gereğini de yerine getirmekle sorumluyum demektir. Deprem olgusunu ahlaken incelemek de benim ahlaki ödevim olmalı.
Deprem ve ahlak ilişkisi
Aslında bu konudan daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim. Depremin kendisiyle değil ama sonrasında yaşananlarla, insan hayatına etkisiyle ilgili tespitler var o yazılarda. Bu yüzden müteahhitlerin, devlet görevlilerinin, bizlerin bu konudaki ahlaki sorumluluklarına bu yazıda girmeyeceğim. Onlar bugünlerde hemen hemen her yazar tarafından yazılacak çizilecek zaten.