Enflasyon, hayat pahalılığı, eriyen ücretler, gelir adaletsizliği… Ekonomik krizin derinleştiği bir dönemden geçiyoruz. Bu kriz, hayatın birçok alanında olduğu gibi eğitimde de yeni eşitsizlikler yaratıyor, var olan eşitsizlikleri derinleştiriyor. Kısa vadede eğitime erişemeyen çocuk sayısını artırırken, uzun vadede dezavantajlı çocukların eğitim kazanımlarını olumsuz etkiliyor.
Eğitim Reformu Girişimi olarak hazırladığımız Eğitim İzleme Raporu 2024’e göre, 2023-24 eğitim-öğretim yılında, zorunlu eğitim çağında örgün ve yaygın eğitim dışındaki çocuk sayısı bir önceki yıla kıyasla %38 arttı ve yaklaşık 612 bin 814’e yükseldi.
Bu sayıya TC vatandaşı olmayan mülteci ve göçmen çocukları da eklediğimizde yaklaşık 855 bin 174’e ulaşıyor.
Türkiye’de çocukların sahip olduğu eğitim imkânlarının ebeveynlerinin sosyoekonomik durumundan bağımsız olduğunu söylemek ise mümkün değil. Ulusal ve uluslararası çalışmalar da Türkiye'de çocukların dezavantajlı ve yoksul hanelerde yaşadığını gösteriyor.
Türkiye'nin yoksulluk çıkmazı: Çocukların geleceğini belirleyen eşitsizlikler
PISA araştırmaları, kamuoyunda sıklıkla 15 yaşındaki çocukların okuma, matematik ve fen alanlarındaki becerileri üzerinden tartışılsa da, PISA kapsamında düzenlenen anketler sayesinde, çocukların yaşadıkları ev ortamına ve ailelerin sosyoekonomik durumlarına yönelik çıkarımlar yapabiliyoruz.
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Durum (ESKD) endeksi olarak tanımlanan bu veriler, ebeveynlerin mezuniyet derecelerini, çalışma ve gelir durumlarını, hanehalkının sahip olduğu çeşitli eşyaları değerlendirerek, sosyoekonomik durumu ülkeler arasında karşılaştırılabilir hâle getiriyor.
PISA 2022’de, 36 OECD üye ülkesi ESKD endeksinde değerlendirildi. Türkiye bu endekste Kolombiya ve Meksika gibi OECD üye ülkelerinin de gerisinde kalarak son sırada yer aldı; yani Türkiye’den PISA araştırmasına katılan öğrenciler OECD ülkeleri arasındaki en dezavantajlı grubu oluşturuyor.
Buna paralel bir şekilde dezavantajlı öğrencilerin oranı Türkiye’de diğer OECD ülkelerine kıyasla çok daha yüksek seyrediyor. Bu durumu biraz daha somutlaştırmak gerekirse, ESKD endeksi sosyoekonomik duruma göre tüm dünyadaki çocukları beş eşit gruba ya da başka bir ifadeyle %20’lik dilimlere bölüyor. Her bir beşli grupta yer alan öğrenci oranı, aslında ülkelerin sosyoekonomik durumlarına dair de önemli veriler sağlıyor. Özellikle en alt %20’lik kesimdeki öğrenci oranı, ülkelerdeki dezavantajlı öğrenci oranını gösterdiği için önemli. Türkiye’den araştırmaya katılan çocukların %33,2’si sosyoekonomik olarak en dezavantajlı olan en alt %20’lik dilimde yer alırken OECD ortalamasında ise bu oran sadece %4,9.
Özetle, Türkiye’de 15 yaşındaki çocuklar OECD ülkelerine göre sosyoekonomik olarak daha dezavantajlı ve yoksul hanelerde yaşamlarını sürdürüyorlar.
Sosyoekonomik anlamda diğer ülkelere kıyasla içinde bulunduğumuz olumsuz tabloya ek olarak, son yıllarda Türkiye’nin durumu, çocuk yoksulluğu gibi önemli göstergelerde de iç açıcı değil. 2016’da 8 milyon 960 bin seviyesinde olan yoksul çocuk sayısı 2022’de 9 milyon 590 bine yükseldi.
Ayrıca, Türkiye’de gelir eşitsizliği derinleşmeye devam ediyor. Gelir adaletsizliğini ölçmek için kullanılan ve 0’a yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliğin, 1’e yaklaştıkça da gelir dağılımındaki eşitsizliğin arttığını gösteren Gini katsayısı, 2023'te Türkiye’de 0,42 oldu ve Türkiye son 18 yılın en eşitsiz seviyesine ulaştı.
En zengin ile en yoksul kesimin eğitim harcamaları arasındaki fark 42 kat
Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de kamu harcamaları, oransal olarak bireysel harcamaların önünde. Eğitim harcamalarının yaklaşık dörtte üçü kamu kaynakları tarafından sağlanmasına rağmen, bireysel harcamalar ve sosyoekonomik durum da eğitimde önemli göstergeler. Bireysel harcamaların tüm eğitim harcamalarına oranına bakıldığında Türkiye, OECD ülkeleri arasında Kolombiya ve Şili’nin ardından Macaristan’la birlikte en çok bireysel eğitim harcaması yapan üçüncü ülke. Türkiye’de bireyler tüm eğitim harcamalarının %15’ini gerçekleştiriyor.
Ekonomik eşitsizliklerin derinleştiği günümüzde, tahmin edileceği gibi, bireysel eğitim harcamalarında da yoğun bir eşitsizlik var. Türkiye’de bireysel eğitim harcamaları gelire göre %20’lik gruplara göre değerlendirildiğinde, en düşük yüzde %20’lik gelir kesiminde yer alanlar tüm hanehalkı eğitim harcamalarının yalnızca %1,5’ini yaparken, orta sınıf olarak adlandırılan ve üçüncü %20’lik kesimde yer alan haneler tüm harcamaların %11,3’ünü, en üst %20’lik dilimde yer alan haneler ise %63,1’ini yapıyor. Başka bir ifadeyle, en zenginle en yoksul kesimin eğitim harcamaları arasında 42 kat fark var.
Peki eğitime yönelik yapılan bireysel harcamalar eşitsizlikleri nasıl derinleştiriyor?
Ebeveynlerin çocuklarının eğitimini desteklemek için yaptığı çeşitli harcamalar var: Ek kaynak kitaplar, kısa süreli eğitimler, kurslar, dershaneler, özel öğretmenler ve özel okullar, akla ilk gelen örnekler. Hanenin sosyoekonomik olarak dezavantajlı olma durumu ve bu sayede çocuğa sunulan imkânlar, eğitimin çıktılarını da doğrudan etkiliyor. PISA 2022 sonuçlarında, Türkiye’de sosyoekonomik anlamda en dezavantajlı gruptaki çocukların ortalama matematik puanı 424’ken en avantajlı gruptaki çocukların ortalama puanı 523. 15 yaşındaki bir çocuk bir eğitim-öğretim yılında 20 puanlık bir öğrenme gerçekleştirebiliyor; bu da bize iki grup arasında 5 yılda kapanabilecek bir öğrenme farkı olduğunu gösteriyor.
Farkı yalnızca özel okullar ve dershanelerin etkisiyle de sınırlamamak gerekiyor. Devlet okulları arasında da okulun bulunduğu mahalleye ve mahallede yaşayan ailelerin sosyoekonomik durumlarına göre ciddi imkân farkları yaşanıyor. ERG Araştırmacısı Umay Aktaş Salman’ın 2018’de kaleme aldığı “Karşı Pencere” başlıklı yazı, arasından sadece dört şerit yolun geçtiği ancak sosyoekonomik anlamda birbirine zıt iki mahallede yer alan iki devlet okulunun hikâyesini anlatıyor. Sosyoekonomik olarak avantajlı okulda tam gün eğitim verildiği ve yalnızca iki ücretli öğretmenin bulunduğu duruma karşın dezavantajlı okulda ikili eğitim veriliyordu ve 21 ücretli öğretmene sahipti. Bundan altı yıl sonra, Eğitim İzleme Raporu 2024 kapsamında görüştüğümüz bir veli, devlet okulları arasındaki farkların yıllardır devam ettiğini ve ailelerin ekonomik durumlarının okulun koşulları için belirleyici olduğunu yeniden hatırlatıyor:
“Şu okul iyidir dendiğinde biliyorum ki, velinin durumu iyidir, destekliyorlardır okulu. Durumu iyi olan velilerin 30-40 bin TL bağış yaptığı okullar var. Duyuyorum, görüyorum; o okullarda etüt ve farklı alanlarda kurslar var. Eve de özel öğretmen geliyor. Bu velilerin çocuğuyla kıyaslayamam kendi çocuklarımı. Arada uçurum var… İşin ucu paraya geliyor hep. İmkânı olanın çocuğu iyi yerlere geliyordur.”
Annenin eğitim durumu çocuğu nasıl etkiliyor?
Öte yandan sosyoekonomik belirleyiciler, yalnızca ekonomik durumu ele almıyor, ebeveynlerin mezuniyet dereceleri gibi farklı değişkenler de çocukların eğitiminde önemli bir belirleyici. Ebeveynlerin eğitim durumunun kuşaklararası aktarımı yoğun bir şekilde sürüyor. Ebeveynleri üniversite mezunu olan çocukların üniversite mezunu olma ihtimali, ebeveynleri lise ya da daha düşük kademe mezunu olan çocuklara kıyasla daha yüksek. Örneğin, kendisi 14 yaşındayken annesi üniversite mezunu olanların %83,5’i de üniversite mezunuyken, yalnızca %13,7’si ortaöğretim mezunu ve %2,7’si ortaöğretim ve altı kademelerden mezun. Kendisi 14 yaşındayken annesi ortaöğretim altı mezuniyet derecesine sahip kişilerde ise üniversite mezuniyeti %21,9, ortaöğretim mezuniyeti %21,9 ve ortaöğretim altı mezuniyet oranı ise %56,3.
Benzer bir şekilde, ebeveynlerin mezuniyet derecelerinin çocukların merkezi sınav puanlarını da etkilediği görülüyor. 2022 LGS (Liselere Geçiş Sistemi) sonuçları üzerinden yapılan bir analize göre, annesi lisansüstü mezunu olan öğrencilerin ortalama puanı 385,65’ken, lisans mezunlarında ortalama puan 361,23, lise mezunlarında 296,89 ve annesi ilkokul mezunu olan öğrencilerin ortalama puanı ise 259,97. Bu iki örnekte de ortaya çıkan bulgu, eğitim sisteminin eşitsizlik yönünden ciddi bir kısır döngüye girmiş olduğu ve döngüyü kırmanın halihazırda devam eden politikalarla mümkün olmadığı yönünde.
Eğitimde eşitsizlik döngüsü nasıl kırılabilir?
Eğitim dışındaki çocuk sayısı bir önceki yıla göre %38 arttı ve bu sayı son üç yılın zirvesinde. Eğitimden kopuşun hızlandığı bir dönemden geçiyoruz. Devam eden olumsuz ekonomik koşullar, bu kopuşu hızlandırma potansiyeline sahip. Çocuklar ev içinde veya dışında çalışmak zorunda. Kısa vadede, Türkiye’nin halihazırda devam eden sosyal yardımlarının etkisinin artırılması gerekiyor. Son yıllarda enflasyon karşısında gerileyen bu yardımların düzenlenmesi önemli.
Türkiye’de çocuklar okula aç gidiyorlar: Türkiye, OECD ülkeleri arasında son 30 günde haftada en az bir kez parası olmadığı için yemek yiyemeyen öğrencilerin oranında en üst sırada. Eğitim Reformu Girişimi olarak yıllardır vurguladığımız ve vurgulamaya da devam edeceğimiz gibi, ücretsiz ve sağlıklı okul yemeği, çocukların hem eğitim sistemi içinde kalması hem de daha verimli bir okul hayatı geçirmeleri için kritik önemde.
Ekonomik durum ve ebeveynlerin mezuniyet dereceleri de eğitim sisteminde bir eşitsizlik döngüsü yaratıyor. Bu döngü, öğrencilerin eğitime karşı isteksizlik duymalarına ve eğitimin kendilerine herhangi bir fayda sağlamayacağını düşünmelerine neden oluyor. Dezavantajlı okullar önceliklendirilerek okullar arasındaki imkân farklarının kapanması, bu okullardaki öğretmenlere ve öğrencilere destek programları uygulanması, eğitim sistemine karşı güvenin yeniden sağlanması için gerekli.
Uzun vadede ise bu döngüden kurtulmak, Türkiye’de gelir eşitsizliğinin giderilmesiyle mümkün.
Ebeveynlerin ekonomik kaygılarını azaltacak koşullar, Türkiye’de sosyoekonomik eşitsizliklerin eğitime etkisinin de azalmasına yol açacaktır.