8 Aralık 2024 Pazar… Duman’ın yeni albümü “Kufi”nin çıkışından önceki son konserini izlemek için Volkswagen Arena’daydım. Açıkçası nasıl bir konser izleyeceğime dair pek de fikrim yoktu. Zira Duman’ı en son 6 - 7 sene evvel, 20’lerimin tam ortasındayken canlı izlemiştim. Tek hatırladığım da çok uzun bir seti, kusursuz bir performansla tamamlamış olmalarıydı. Yalan yok, böyle bir performans verebileceklerini çok da düşünmüyordum. Malum, yıllar müzisyenlere pek de iyi davranmıyor… Fakat bunun ne kadar lüzumsuz bir önyargı olduğunu konserin ilk dakikalarında anlayacaktım.
Aslına bakarsanız daha sahneye çıkmadan bile ne kadar büyük bir grup olduğunu hatırlatmıştı bana Duman. Konsere gelen yüzleri şöyle bir taradığımda bunu hemen fark etmiştim. İlk konserine gelen küçük çocuklar da vardı, 50’lerinin ortasındakiler de; dişinden tırnağından arttırıp bilet aldığı belli olan öğrencileri de görüyordunuz, beyaz yakalıları da…
Fakat bana esas “vay be” dedirten şey konserin en başlarında yaşandı. Setin üçüncü parçası “Dibine Kadar” başladığında, ben dahil herkes büyük bir coşkuyla eşlik etmeye başladı Duman’a. Yıllardır dinlemiyordum bu şarkıyı ama sözlerini ve melodisini noktası virgülüne kadar hatırlıyordum. Dahası, henüz on beş yaşında olan gençler de, neredeyse kendileriyle yaşıt bu şarkıyı ezbere söylüyordu.
Sonrası zaten formundan hiçbir şey kaybetmemiş bir grubun, saatler süren rock ‘n’ roll ayini gibiydi. Duman’ın konserlerinde yarattığı atmosfer cidden bambaşka. Seyircisiyle, dinleyicisiyle yekpare oluyorlar adeta. Peki nasıl başardılar bunu? Yani ne yaptılar da belleğimizde bu kadar yer etti Duman? Bunun cevabı, grubun hikayesinde saklı.
Eski köprünün altı
‘90’lar, İstanbul’un en rock ‘n’ roll yıllarıydı birçok insana göre. İşin doğrusu haksız da sayılmazlar. Bugün adına aşina olduğumuz grupların birçoğunun kökleri, o dönemde filizlenmişti.
Ortaköy’deki efsanevi mekan Flatline’da, Kaan Tangöze ve Ari Barokas’ın cover parçalar çaldığı Mad Madame sahne alıyordu mesela... Batuhan Mutlugil ise babasıyla birlikte Kemancı, Hayal Kahvesi ve Mojo gibi barların sahnesinde Blues çalıyordu. Haftada yedi gün üst üste sahneye çıktıkları bile oluyormuş o zamanlarda.
Birkaç yıl süren Flatline macerasından sonra Kaan Tangöze müzik eğitimi için Seattle’a, grunge akımının merkez noktasına dümenini kırmış. Tam aksinin olmasını bekleriz normalde, ama Seattle’da alaturka müzikle daha fazla haşır neşir olmaya başlamış. Hatta Roll Dergisi’nin 2000’de yayınlanan 38’inci sayısında Derya Bengi’ye şunu diyor Tangöze: “Ortaköy’de grunge, Seattle’da alaturka…”
1990’ların sonuna doğru yanında onlarca besteyle yurda dönüyor Kaan. Mad Madame ile çalmaya Batuhan ile yollarının kesiştiği Mojo sahnesinde devam ediyor. Cover yapmaktan sıkılmış bu üç genç, 1999’un başında Duman’ı kurup stüdyoya dalıyor. Takvimler 5 Kasım 1999’u gösterdiğindeyse ilk albümleri “Eski Köprünün Altında”yı müzik piyasasına salıyorlar. Daha albümün açılış parçasını dinleyince, Duman’ın bir müzik grubundan fazlası olduğunu anlıyorsunuz aslında. Zira bazı şarkıları, yayınlandığı dönemin hikayesini anlatan birer belgesel gibi. “Hadi gel buluşalım” dedikleri o “Köprüaltı”, 1992’de yanan efsanevi mekan Köprüaltı Kemancı’ya gönderilmiş bir selam mesela.
Yıllar geçse, şartlar değişse de Duman, “Biz müziği böyle yapar, içimize sinmeyen hiçbir şeyi söylemez ya da yayınlamayız” tavrından asla taviz vermedi. Her albümlerinde yeni denemeler olsa da, bunu her zaman “Dumanca” yaptı. 2002’de çıkan ve birçokları için Duman’ın en iyi albümü olan “Belki Alışman Lazım” bunun en güzel örneğiydi. Kaan’ın birkaç yıl önce Roll’da verdiği o alaturka rock tarifi, bu albümde kıvamını bulmuştu. Yarattıkları rock ‘n’ roll atmosferini başka bir gruptan duymanız pek de mümkün değildi, ki Duman’ı özel kılan en önemli şeylerden biri de bu kesinlikle.