CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 23 Mart Pazar günü önce basın toplantısında, akabinde de Saraçhane’deki konuşmasında CHP’nin boykot kararını açıkladı. Özel, bir gün sonra, bu kez marka isimlerini de zikrederek boykot çağrısını genişletti.
İktidara yakın ve uzun zamandır toplumsal muhalefeti görmezden gelen medya organlarının yanında listede hemen her sektörden çok sayıda şirket ve TRT gibi dikkat çeken kurumlar yer alıyor.
Özel’in çağrısının ardından toplumun çeşitli kesimlerinden destek açıklamaları gelirken, kimi sosyal medya hesapları boykot listeleri yayınlamaya, kimileri de boykot uygulamaları geliştirmeye başladığını duyurdu. Bir kesim ise boykotun yeterli olmayacağını, etkili bir muhalefetin, zorunlu ihtiyaçlar dışında tüketimi tamamen durdurmaktan geçtiği görüşünde.
Peki günümüz koşullarında, bir ekonomik boykot etkili bir direniş aracı olabilir mi? Olursa, hangi koşullarla bu mümkün olabilir?
Siyasi tüketicilik
Ekonomik boykot, belirli hedeflere ulaşmak için tüketicileri belirli ürün, hizmet veya markaları satın almaktan kaçınmaya teşvik etme girişimi olarak tanımlanıyor. Boykotlar, genellikle politik, ekonomik veya etik nedenlerle gerçekleştiriliyor. Boykotta amaç, boykot edilen taraf üzerinde ekonomik baskı oluşturarak belirli bir değişikliğin yapılmasını sağlamak.
Boykot yani ticaretin bir tepki olarak durdurulması epey eski bir tutum ancak kelimenin kendisi 19. yüzyılın başlarında yaşamış İngiliz Yüzbaşı Charles Cunnigham Boycott’tan geliyor. İrlanda’da bir kontluğun arazilerinden sorumlu olan Yüzbaşı Boycott, topladığı kiraların miktarını artırınca, toplum kendisiyle alışveriş yapmamış, her türlü iletişimi kesmiş ve sonunda kiracılar taleplerini kabul ettirmiş.
Başdöndürücü bir hızla gelişen teknolojinin toplum yapısını tepeden tırnağa dönüştürdüğü günümüzde bilgiye erişimi olağanüstü derecede kolaylaşan vatandaşlar, taleplerini bir yandan siyasi mekanizmalarla, bir yandan da tüketici kimlikleriyle ekonomik birer aktör olarak ortaya koyuyor. Bu da alternatif siyasal katılım biçimi olarak kabul edilen “siyasi tüketicilik” kavramını gündeme getiriyor.
Bilkent Üniversitesinden Dr. Ayşenur Dal ve Atılım Üniversitesinden Dr. Seçil Toros imzalı “Türkiye’de Siyasal Tüketiciliği Anlamak: Etnosentrizm ve Boykot Katılımı Arasındaki İlişki” adlı çalışma, boykotu, “tüketicilerin tüketim protestoları ile toplumsal olaylara duyarlılıklarını gösterdikleri demokratik eylemler” olarak tarif ediyor.
Yazarlar, bu eylemlerin “siyasi olarak motive edilmiş olan diğer muhalefet biçimlerinden ayrılarak daha barışçıl bir karşıtlık olarak değerlendirildiğine ve demokrasiyi pekiştiren vatandaş hareketleri olarak görüldüğüne dikkat çekiyor:
“Günümüzde siyasal tüketicilik, siyasal iletişim pratiklerinin etkin bir bileşeni olarak karşımıza çıkıyor. Boykotlar siyasi olarak motive edilmiş tüketim protestoları olarak siyasal katılımda güçsüzün sesini duyurmak, memnuniyetsizliklerini ifade etmek ve yaptırımlar uygulamak için etkili bir yöntem olarak kabul ediliyor.”
Türkiye’de boykotların motivasyonları
Çalışmaya göre, Türkiye’de geçmişte görülen boykotların motivasyonları arasında devlet ve hükümetleri cezalandırabilme isteği, bir şeyleri değiştirebilme inancı, kitlelerin öfkelerini ifade edebilmeleri, düşmanlıklarını gösterebilme ve ülkelerin uygulamalarını değiştirebilme arzusu gibi çeşitli unsurlar öne çıkıyor:
“Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de tüketiciler, marka ile karşı oldukları siyasi ideoloji arasında bir ilişki gördüklerinde bu ürünü reddetme eğilimi gösteriyor. Türkiye’de ülke çapında ses getiren tüketici hareketlerinin çoğunun siyasi nedenlerle güdülendiği görülüyor.”
Türkiye’deki boykotların etkinliği
Toplumsal tarihimizde başarılı olan boykotlar da var. Örneğin Prof. Elif Nuroğlu’nun aktardığına göre, Avusturya, Bosna-Hersek’i ilhak edince halk bu ülkeden gelen fesleri almamaya başladı, Avusturya’dan gelen mallar limanlarda boşaltılmadı ve en sonunda şirketler büyük zararlara uğrayınca Avusturya, Osmanlı ile masaya oturup tazminat ödemek zorunda kaldı.
Türkiye’de yakın tarihte de boykot eylemleri yapıldı ama uzun süreli olmadı. Örneğin, PKK lideri Abdullah Öcalan, 1998 yılında, uzun yıllardır yaşadığı Suriye’den ayrılıp, İtalya’ya gittiğinde, İtalyan ürünlerine yönelik boykot uygulanmış, hatta bazıları ünlü İtalyan markalarına ait eşyaları sokakta yakmaya başlamıştı.
Hâlen devam eden başka bir boykot da İsrail’in Gazze’deki soykırımı nedeniyle dünya çapında yürütülen, İsrailli ya da İsrail’e destek veren firmalara yönelik boykotlar. Türkiye’de de bu boykota katılım var.
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünden Betül Balıkçıoğlu ile Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden Dr. Akın Koçak ve Dr. Alper Özer’in “Şiddet İçermeyen Bir Eylem Olarak Dolaylı Tüketici Boykotlarının Oluşum Süreci ve Türkiye İçin Değerlendirme” adlı çalışmaları ise, boykotların etkinliği ve başarısının “seçilen hedefe, baskı gruplarının organize olmasına ve stratejilerine bağlı” olduğuna dikkat çekiyor. Yazarlara göre başarılı bir boykottan söz edebilmek için geniş çaplı bir tüketici katılımının olması gerekiyor:
“Türkiye’de geleneksel ve bilinçli olarak başlatılıp yürütülen bir boykot anlayışının var olduğunu söylemek güç.” diyen yazarlar, daha çok milli duygularla güdülenen tüketici boykotlarının görüldüğüne dikkat çekiyor:
“Buradan hareketle tüketicilerin boykota katılımını güdüleyen vatanseverlik, milliyetçilik, etnosantrizm ve düşmanlık gibi sosyo-psikolojik fenomenlerin etkili olduğu sonucuna varılabilir. Türkiye’deki boykotlar, daha çok kısa vadede etkili fakat uzun vadede etkisizdir. Uluslararası boykotların daha çok şirketlerin yasal olmayan ve anti-sosyal uygulamaları nedeniyle belirli bir sosyal olaya bağlı olarak ve uzun süreli gerçekleştiği, fakat Türkiye’de başlatılan tüketici boykotlarının politik güdümlü, kısa süreli ve yeterince organize edilmediği, hedefin açıkça ve doğru bir şekilde belirlenmediği söylenebilir.”
Son boykot etkili olabilir mi?
Peki, Türkiye ekonomisinin “iyi kötü” dünyayla iç içe geçtiği bugünkü kompleks yapısında, ekonomik boykot, geçmişteki pek de başarılı sonuç vermeyen örneklerden farklılaşarak etkili bir toplumsal direniş aracına dönüşebilir mi?
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun toplumun geniş kesimlerince “sivil darbe” olarak tanımlanan tutuklanma sürecinin damga vurduğu son bir haftada Türkiye’nin yaşadığı dönüşümden önce bu soruya büyük çoğunluk belki de hiç düşünmeden “hayır” yanıtını verirdi. Zira dev markaların ellerinde bulundurdukları reklam güçlerinden kaynaklanan bir dokunulmazlıkları vardı. Belli başlı markalar (“reklamverenler”) olumsuz bir algıyla gündem olduğunda, özellikle medyada başlar kuma gömülür, konunun etrafından dolanılır, yazılması gerekenler doğrudan değil de ince bir naziklikle yazılmaya -çoğu zaman da geçiştirilmeye- çalışılırdı. Bunun da etkisiyle boykot girişimleri kısa sürede sönümlenirdi.
Ancak gözaltı ve tutuklamalara verilen güçlü tepkiyle ortaya çıkan tablo, toplumun giderek daha geniş bir kesimi için artık adaletli bir yaşam arzusunun, reklam pastasından pay kapmaktan daha önde gelen bir tercihe dönüştüğünün ilk işaretlerini veriyor. Örneğin boykot çağrısının hemen ardından, tek gelir kaynağı reklam gelirleri olan bazı küçük ölçekli medya siteleri ve YouTube içerik kanalları bazı büyük dağıtımcı ve önde gelen haber televizyonlarıyla ticari ilişkilerini tamamen veya kısmen durdurduğunu açıkladı.
Ekonomik boykotları, süre uzadıkça devam ettirmek zorlaşıyor. Bir plan çerçevesinde ilerlemesi, alternatif ürünlerin ve hizmetlerin olması gerekiyor. Satın almama kararına ek olarak, firmaların itibarsızlaştırılmaları da önemli, zira bu da şirketlerin hisse senetlerinin değerinin düşmesini sağlayarak daha etkin bir boykot yapılmasını beraberinde getiriyor.
Ekonomist Dr. M. Murat Kubilay X hesabından, “Vatandaşımızın bugüne kadar en zorlandığı eylem tiplerinden biri tüketici boykotuydu. Fakat bu sefer boykot gerekçesi açık, hedef şirketler belli, ürünlerinin muadilleri var ve herkese duyurulabilir. Lütfen hepimiz duyarlı olalım. Gerçekleri halktan kaçıranları cezalandıralım.” çağrısı yaptı. Akademisyen Erhan Erkut ise boykot için “Bence etkili bir pasif direniş ve baskı yolu.” dedi.
Görünen o ki artık “dev” markalar da tabandan gelen sese kayıtsız kalıp toplumu yok sayarak yaşayamayacakları bir dönemin ayak seslerini duymaya başladılar.
Ekonomiden siyasete ve tüm toplumsal yaşama bu dalganın Türkiye’ye sağlayacağı ilk fayda, kimsenin başını kuma gömmediği, birbirimize karşı daha dürüst olacağımız bir dönem olabilir.
Yine de son boykotun başarısı kararlılığa, katılımın artmasına ve sürdürülebilirliğine bağlı görünüyor.