İstanbul bir “büyük şehir” olması hasebiyle içinde sonsuz sayıda yaşam biçimi barındıran, ama kendini büyük toplamda sade insanına değil kedisine, martısına bile dayatan bir ruh hali. Burada yaşıyor olmak belli bir coğrafi alanın içinde yaşamını sürdürmenin çok ötesinde bir anlam taşıyor. Aşkla nefretin çoğu kez kol kola gezdiği, epey zengin bir duygu kokteyli sunuyor insana. Görünmeyen, anlatılamayan çok şeyi içinde taşıyor buralılık - İstanbullu olmak galiba mekanı aşıyor.

Dolayısıyla son zamanlarda sıklıkla tanıklık ettiğimiz “İstanbul’dan gitmek” işi, bir kenti terk etmekten farklı olarak neredeyse bir sevgiliden ayrılmaya, bir romantik ilişkiyi bitirmeye benziyor. İstanbul’a duyulan o “değişik” duygular insanın sanki nereye gitse içinde dolanmaya devam ediyor. Çünkü ayrılık da sevdaya dahil.

“Sana ne oldu?” serisinin ikinci etabı bu: “İstanbul’dan gidince sana ne oldu?”

Cevabını merak ettiklerimin başında “buradan gerçekten gidiliyor mu?” sorusu var. İstanbul insanın yakasını bırakıyor mu sahiden? 

Bu hafta sorularım New York’a uçtular. İstanbul’dan gitmek konusu açılınca aklıma ilk düşen isimlerden biri Elif Key oldu. Bir New York sabahıyla bir İstanbul öğleden sonrasını birbirine teğelledik, söyleşi bahane oldu, uzun uzun hasret giderdik. Elif, on iki yıl önce erkek arkadaşının aldığı bir iş teklifi vesilesiyle hızlı bir karar alarak New York’a yerleşti. Artık bir New Yorklu diyebiliriz ona. Peki İstanbulluluk bu hikayenin neresinde kaldı? Oralar nasıl? Buralardan gidince azıcık olsun rahata ermek diye bir şey var mı? Hepsini sordum. 

On iki yıl uzun bir süre. Bu kadar uzun zaman kalmayı planlamışlar mı başta, ilk bu soruyla başladım:

“Buraya ilk geldiğimizde bir hanımefendiyle tanışmış, onla sohbet sırasında beş seneliğine geldiğimizi, sonra Türkiye’ye döneceğimizi söylemiştim. O da bana New York’a üniversite okumaya geldiğini ve 35 senedir burada olduğunu söylemişti. O zaman tabii ki şaşırmıştım dediğine. Kendisi bana her sene kontrol amaçlı mesaj atar, her sene aynı yerde buluşur, çay içeriz. Bu buluşmaların birinde şöyle dediğini hatırlıyorum: ‘Ülkenin hep düzelmesini bekleyeceksin ama o hep daha da kötüye gidecek.’ Bunu duyduğumda tabii ki kalbim kırılmıştı, hazmetmesi zordu, hâlâ da öyle. Çünkü ben Türkiye’ye dair romantizmini kaybetmemiş biriyim.”