İstanbul bir “büyük şehir” olması hasebiyle içinde sonsuz sayıda yaşam biçimi barındıran, ama kendini büyük toplamda sade insanına değil kedisine, martısına bile dayatan bir ruh hali.

Burada yaşıyor olmak belli bir coğrafi alanın içinde yaşamını sürdürmenin çok ötesinde bir anlam taşıyor. Aşkla nefretin çoğu kez kol kola gezdiği, epey zengin bir duygu kokteyli sunuyor insana.

Görünmeyen, anlatılamayan çok şeyi içinde taşıyor buralılık  - İstanbullu olmak galiba mekanı aşıyor.

Dolayısıyla son zamanlarda sıklıkla tanıklık ettiğimiz “İstanbul’dan gitmek” işi, bir kenti terk etmekten farklı olarak neredeyse bir sevgiliden ayrılmaya, bir romantik ilişkiyi bitirmeye benziyor. İstanbul’a duyulan o “değişik” duygular insanın sanki nereye gitse içinde dolanmaya devam ediyor. Çünkü ayrılık da sevdaya dahil.

“Sana ne oldu?” serisinin ikinci etabı bu: “İstanbul’dan gidince sana ne oldu?”

Cevabını merak ettiklerimin başında “buradan gerçekten gidiliyor mu?” sorusu var. İstanbul insanın yakasını bırakıyor mu sahiden?

İlk misafirim Elif Taşkın.

Elif, Beyoğlu’nda on yıl boyunca nefis mutfağı ve samimi ortamıyla epey sadık bir kitle yaratmış Karadeniz restoranı Klemuri’nin sahiplerinden biri.

Klemuri, Beyoğlu’ndaki dönüşüme yenik düşerek kapanalı beş yıl oldu. Elif artık Rize’de yaşıyor. Bir aile restoranını on yıl boyunca hiç çıtayı düşürmeden nasıl ayakta tuttuklarını merak ediyorum ama konu itibariyle asıl merak ettiğim İstanbul’dan gidince neler olduğu…

Elif, eşi Apo’yla Rize, Pazar’da yaşıyor. Beş yaşında bir oğlu var;  Kaya. Çamlıhemşin’de Zua isimli yeni bir mekanları var. Önce büyüdüğü İstanbul’u sordum.

“Aslen Rizeliyim. Babam memur olduğu için 1989’da, ben altı yaşındayken tayini çıkınca İstanbul’a geldik. Okula İstanbul’da başladım. Dört kardeş hepimizin bütün eğitim hayatı İstanbul’da geçti. Bakırköy’de büyüdük. Ben 2014 yılında evlenene kadar da İstanbul’da yaşadım. Ama Rize’yle bağımız hiç kopmadı. Burada köyümüz vardı, her yaz gelirdik. Biz çok severiz memleketimizi. Buralarda zaten herkes yazları gelir, yaz hasat zamanıdır, herkes gelir çayını biçer. Yani İstanbul’da yaşarken de yazlarımızı hep köyde geçirirdik. Burada ailemiz, arkadaşlarımız vardı hep. Bağımız çok kuvvetliydi, hiç kopmadık.”