Afrika’da arabuluculuk, savunma sanayisi başta olmak üzere yapılan ticaret, Karabağ Savaşı’ndan sonra Kafkasya’da artan güç, Balkanlar’daki etkin konum derken Suriye’de olan rejim değişikliğinden sonra artan rol...
Bir süreden beri bütün bu gelişmelere bakıp, kendi kendimize “Türkiye emperyal bir ülke mi oldu artık, o kadar olmadıysa, bölgesel güç mü oldu?” diye Fayn’ın gündem toplantılarında konuşup duruyorduk. "Acaba, Suriye’nin geleceğinin şekillenmesinde Türkiye’nin etkisi ne olacak, bu durum Türkiye iç siyasetine nasıl yansıyacak?" diye ek sorularımız da vardı.
Fayn’ın aklına takılan bu soruları Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden Prof. Dr. Emre Erdoğan ile konuştuk.
Suriye’deki yeni rolüne, Afrika'daki etkinliğine bakarak “Türkiye emperyal güç ya da bölgesel güç oldu mu”, diye sorabilir miyiz?
Bu tanımları kullanırken dikkatli olmak gerektiği kanısındayım. Mesela emperyal derken kimi kastediyoruz? Klasik anlamda mamul madde satıp, ham madde alıp oradan da katma değeri çevreden merkeze aktaran sistemden bahsediyorsak, Türkiye öyle bir yerde değil. Bu anlamda emperyalist değil. Bunu çizmekte fayda var. Zaten artık öyle bir model de yok, o “emperyal” diye tanımladığımız eski bir model, artık bunun çok daha karmaşık şekilleri var.
Türkiye kendi siyasal dış politika çizgisini iyi kötü sürdürüyor. Bu da 1980'lerde Turgut Özal ile başlayan çizgi. Biraz daha dışa dönük bir politika. En büyük motivasyonu tabii ki ekonomiydi o dönemde. O yıllarda ihracatı bir milyar dolardan 20 milyar dolara çıkartma hedefi, hevesi vardı – ki bugün bunun çok çok daha üstündeyiz, 300'lere yaklaşıyoruz. Bunu da ticaret ve siyaseti bir arada yürüterek yapma hevesi vardı.