Yaşam bazen insanın böğrüne ağır bir öküz gibi oturup kalıyor. Yaprak kıpırdamıyor o zaman. Su duruyor. Göl bir süre sonra hareketsizlikten kokmaya başlıyor. Dipte çamur fokurduyor. Öyle bir zamanda bir adım atmak gerekiyor. Dışarı ve dünyaya doğru.

Bu, ekseriyetle sürdürdüğün uğraşı bırakmanla başlıyor. Bugüne kadar iyi bildiğin, uzundur yapmayı sürdürdüğün bir işi elinden bırakıp başka bir yola doğru yürüyesin geliyor.

Hayat oradan yeniden kuruluyor. Tuğla tuğla, en baştan. Birileri bunu yapabiliyor. İşte o insanların içini merak ediyorum.

“Sana Ne Oldu?” söyleşilerinin üçüncü etabında başka bir halin peşini kovalıyorum.

Yeni bir patikayı takip etmek nasıl bir şey?

Eğitimini, iş deneyimini kenara koyup mevcut hikayeden vazgeçmek, başka bir emek biçimi kurgulamak, neredeyse yeni bir hayata başlamak.

Bu sefer sorularımın muhatabı Filiz Telek.

Filiz’in bu dünyadaki toplam çabasını mesleki olarak nasıl anlatırım bilmiyorum, emeklerini bir başlık altına sığdırmam güç ama benim için kendisi öncelikle Kadınlar Şifadır kitabının yazarı, bir de dünyanın bir sürü yerinde kadın çemberleri organize ettiğini biliyorum.

Önce Bornova Anadolu Lisesi (BAL) ve arkasında dereceyle girdiği Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun biri olarak mesleki yaşamı şimdikinden çok başka bir atmosferde başlamış. Bir süre ofis hayatını kovalamış, kurumsal hayatta varolmaya çalışmış, ama sonra hepsini geride bırakmış.

Filiz, baba tarafından Selanik göçmeni bir ailenin tek çocuğu olarak İzmir'de doğup büyümüş. Üniversite yıllarından sonra 40 yaşına kadar konar göçer yaşamış.

Yaklaşık 9 yıldır güneyde şirin bir köyde, çılgın kalabalıklardan uzakta yaşıyor. Tam olarak kendi kelimeleriyle “Sessizliği ve yalnızlığı kadar çemberlerde yarenlik ve meşk etmeyi seviyor. Sabah dansları ve orman yürüyüşleri en büyük ilham kaynakları.”

Hikayesini epey merak ediyordum. Önce çocukluktan başladım.

Nasıl bir çocuktu acaba? Nasıl bir ailenin çocuğuydu?

“İlk aklıma gelen oyuncu ve macera seven bir çocuk olduğum. İzmir gibi büyük bir şehirde sokakta büyüyen son jenerasyondanım sanırım. Sokaklarda koşup oynayarak, evlerin bahçelerindeki meyve ağaçlarından düşerek, erkek çocuklarına tahsis edilmiş oyunlara bayılarak büyüdüm. Her kuruşunu biriktiren, yılda sadece bir hafta tatil yapabilen ve iyi eğitim almayı her şeyin üzerinde tutan orta direk bir ailenin tek çocuğuydum. Ebeveynlerim zor ekonomik koşullarda kendi ailelerinin durumu elverdiği kadar eğitim alabildikleri için benim hayatta daha ileriye gidebilmem umuduyla eğitimim konusunda ellerinden geleni yaptılar.”