Uygarlığı uygarlık yapan hikâye anlatıcılığının başladığı yer olan Ortadoğu, bu özelliğini hâlâ devam ettiriyor.
Özellikle Filistin meselesi söz konusu olduğunda.
Örneğin, çevresindeki ülkeleri zaman zaman işgal ederek, savaş hukuku sözleşmelerine hilafla hastanelere, okullara, mülteci kamplarına, sivillere bomba yağdırarak, hatta geçenlerde olduğu gibi, tepe lambaları açık ambulansları ve içindeki sağlık görevlilerini ağır silahlarla tarayarak epey saldırgan olduğunu kanıtlamış İsrail ordusuna, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) deniyor.
Ya da Filistin topraklarına inşa edilen, kurulduğu andan itibaren, Filistinlilerinin evleriyle, okullarıyla, iş yerleriyle temaslarını kesen, hayatlarını inanılmaz derecede zorlaştıran, uluslararası hukuka göre de yasak olan, evrensel tanımı da düpedüz “kolonileştirme” olan, İsrail vatandaşı Yahudiler için kurulan mahallelere “yerleşim birimi” deniyor.
O hikâye de şunu söylüyor: “Bazı insanlar boş topraklara gelip yerleştiler.” Oysa düpedüz işgal altındaki toprakları kolonileştirme.
Bu hikâyelere son zamanlarda özellikle iktidara yakın medyada yenisi eklendi: Gazzelilerin hicreti.
Bu söylemi tutturanlar özetle şunu söylüyor: “Gazze’deki insanları başka bir coğrafyaya taşımayı, yani onların hicretini artık konuşmamız gerekiyor. İslam ülkeleri onları kendi topraklarına kabul edebilir.”
Oysa bu düpedüz şu anlama geliyor: “Gazze’deki insanların zorla yerinden edilmelerini konuşmamız gerekiyor. İslam ülkeleri bu savaş suçunun tamamlanmasında yardımcı olabilir.”
Hicret nedir? Zorla yerinden edilme nedir?
Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi’ne göre hicret, “kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisânen veya kalben ayrılıp uzaklaşması” demek; ancak kelime daha çok “bir yerin terk edilerek başka bir yere göç edilmesi” anlamında kullanılıyor.