Sana ne oldu? söyleşilerinin yeni etabında “Meşhur Olunca Sana Ne Oldu?” sorusunu sormaya devam ediyorum. Bu sorunun bu haftaki muhatabı Güven Murat Akpınar. Konservatuvardan dünyaya adım attığından bu yana hiç kötü projede oynamamış, Suskunlar, İstanbullu Gelin ve en son Ayak İşleri gibi yer aldığı her işte nefis oyunculuğuyla dikkat çekmiş biri Güven. Bu vesileyle gelen bir şöhreti var, bunu inkâr edemeyiz ama genel anlamıyla şöhret deyince hiç o taraklarda bezi olmayan nadir biri kendisi.

Uzaktan seyrederken nasıl biri olduğunu aşağı yukarı tahmin ediyordum ama onun biraz değişik biri olduğunu, ama iyi anlamda değişik olduğunu, tanıyınca daha iyi anladım. Güven’in insan ruhu için tehlikeli bir alan olarak tanımladığı oyunculuğa bakış açısı çok net: “Bu benim mesleğim. O kadar. Çok da abartmaya gerek yok. Ben bu işi meslek olarak yapıyorum. Yaptığım iş iyi olsun. Bu benim için yeterli. Ben hep içsel tatminimle ilgilendim. Biraz böyle biriyim.” Sanırım onu seyredince bu gayet görünüyor.

Konservatuvar yıllarını sordum ona önce. O yılları nasıl hatırlıyor? 

“Konservatuvarı çok güzel hatırlıyorum. Çünkü bence özellikle bu meslekte okuldan daha güvenli bir yer yok. Aile evine bile o kadar güvenemezsin, her an bir şey olabilir, ortada kalabilirsin, ama okul öyle değil. Kapıdan bir kere girdin mi korunduğun bir yerdesin. Bir yere emanet gibisin. Ben hep öyle hissettim. Duygusal olarak da desteklendiğin bir yer. Hele de iyi hocaların varsa. Seni hocan koruyor, iki tane iyi arkadaşın varsa onlar koruyor. Çok iyi arkadaşlarım oldu benim. Okuldan beş altı sağlam arkadaşım var. Hâlâ varlar hayatımda.” 

Okul Güven’i insan olarak nasıl etkilemiş olabilir? Oraya giren Güven’le oradan çıkan Güven arasında bir fark var mı?

“Bir kere büyüdüm sanırım. Oyunculuk anlamında ise ben hâlâ tek bir hocamdan öğrendiklerimle oyunculuk yapıyorum. Suat Özturna. Bu anlamda beni ben yapan yer. Ama genel olarak okul bir terbiye veriyor bence insana. Sen bu terbiyeyi alırsın almazsın, o biraz kişinin kendisiyle ilgili bir şey. Ama okul bana galiba en çok neyi neden yaptığımı öğreten yer oldu. Oyunculuk yolu şöhretle kesişen bir meslek, bu açıdan tehlikeli bir yer ama konservatuvarın sana bellettiği belli bir şey var, o da şu: bu senin işin, başka bir şey değil.”

Bir çocukluk hayali değildi de bir çocukluk rüyasıydı tiyatro. Yani gerçek anlamda rüya. Uyuduğunda gördüğün rüyalardan.”

Oyunculuk hayali miydi peki? 

“Çocukluk hayalim değildi. İlkokul beşte bir hocam beni sahneye çıkardı ilk. İşte taklitler falan yapıyordum. Ben lojmanda büyüdüm, onun lokalinde bir gösteri hazırladık sonra. Bir ay prova yaptık. Ailelerimiz izledi. Beğendi. İkincisi, üçüncüsü geldi. Ama o kadar. Sonra yıllarca hiç tiyatroyla ilgili bir şey yapmadım. Dershaneye gittiğim sene rüyamda oyuncu olduğumu gördüm ve bunu babama anlattım. Konservatuvara girmek için gençtim çünkü, ben liseden onaltı yaşında mezun oldum. Öyle olunca babamla birlikte bana tiyatro kursu aradık. Öylece Kartal Sanat Tiyatrosu’na girdim. On sekiz olunca da konservatuvar sınavına girip kazandım. Yani bir çocukluk hayali değildi de bir çocukluk rüyasıydı tiyatro. Yani gerçek anlamda rüya. Uyuduğunda gördüğün rüyalardan.”