60’lı ve 70’li yılların sol liderleri Doğu Perinçek, Ertuğrul Kürkcü ve Bülent Uluer’in 32. Gün yayınında giriştikleri şu kavgayı görmeyen azdır:
Kavganın merkezinde, o günlerde epey güçlü olan sosyalist solun 12 Mart muhtırası sonrası iyice ayrışan farklı yüzlerini izliyorduk aslında.
Perinçek, Uluer ve Kürkcü’yü Amerikan emperyalizmi ve sermaye ile işbirliği yapmakla, yani “döneklikle”, Uluer ve Kürkcü de Perinçek’i “devlet fraksiyonlarıyla” bir olup sola ihanet etmekle suçluyordu.
Kürkcü, “sen Kemalizmin bezirganısın” dediğinde, Perinçek “sıkıyönetim mahkemelerinde çıkıp dönekliğini ilan etmedin mi? Abdülhamit’i, Menderes’i savunmadın mı?” diyor, Kürkcü de “savunmadım, çıkar göster şerefsiz” diye öfkeleniyordu.
Aslında benzer bir yarılmanın izleri bugün de var. Tek hedefine ABD ve AB’nin başını çektiği Batı’yı koyan sol ile, ceberrut ve baskıcı devlete karşı sol… Bir diğer deyişle, milli demokratik devrim yanlıları ile sosyalist devrim yanlıları.
O halde geri dönüp 12 Mart neydi, ne olmuştu anımsamakta fayda var.
Sol rüzgarlar ve soğuk savaş
12 Mart, Türkiye tarihinin ikinci askeri müdahalesiydi. 1960 ya da 1980 gibi bir cunta idaresiyle sonuçlanmasa da, siyasete postal gölgesi düşürmeyi başarmıştı.
Ama 1971’i anlamak için biraz daha geri gitmek, 1960 darbesi sonrası Türkiye ve dünyayı seçebilmek lazım.
60 darbesi sonrası yazılan yeni anayasanın yarattığı özgürlük ortamı ve üniversite özerkliği, işçi hareketi ve o dönem dünyada da epey diri olan sosyalist eğilimlerle birleşmişti.
Dünya soğuk savaşta idi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ile ABD arasında rekabet, sadece uzayda değil, Türkiye gibi üçüncü ülkelerdeki etki üzerinden de devam ediyordu.