Avrupa Şampiyonası çeyrek finali, Türkiye Millî Takımı'nın tarihinde sık sık eriştiği bir aşama değil.
Daha önce bir kez Euro 2000'de Portekiz'e elenip bir defa da Euro 2008'de Hırvatistan'ı geçtiğimiz bir eşik.
Buraya gelen yolda eleme gruplarını lider bitirmek de futbol tarihimizde bir ilkti.
Cumartesi gecesinin kalp kırıklığına rağmen A Millî Takım Teknik Direktörü Vincenzo Montella’ya bu bağlamda hakkını teslim eden yorumlar azımsanmayacak sayıda. Spor kamuoyu takımla gurur duyduğunu belirtirken İtalyan antrenöre minnettarlığı da es geçmiyor.
Ancak düşünsel olmaktan ziyade vicdani ağırlığı yüksek bu yaklaşım akıllara 20 gün içinde başlayacak olan Olimpiyat Oyunları’nı getiriyor. Paris 2024'te yüksek atlama ve sırıkla atlamacıların tek düsturu daha da yükseğe erişmek olacak, sprinterler en iyi süreleri koşmaya gayret edecek. Toplam 32 branşta bütün atletler insan üstü bir performansa erişmeyi hedefleyecek.
Her bir eşiği geçtiklerinde hedeflerini daha da yükseğe çekecekler. Tek rakipleri kendileri ve eşik olacak. Ülke rekorlarını kırmak onlara yetmeyecek. Gözlerini diktikleri barem vatandaşlarının geçmişteki başarıları veya başarısızlıkları olmayacak. Başarının yalnızca tek bir ölçütü olacak: Kendi potansiyellerine ne kadar erişebildikleri.
3... 2... 1... Nakavt
Cumartesi gecesi Hollanda'ya karşı oynanan çeyrek final maçında, ekranları başındaki tüm taraftarlar, ikinci yarının ilk 20 dakikasında sahadaki oyun kadar Montella’nın vücut dilinden bir tüyo almaya odaklıydı. Sırtı kameralara dönüktü. Herkes, görmediği bir yüzün mimiklerini tahayyül etmeye çalışarak umutlanma gayretindeydi. Hocadan bir reaksiyon, bir meydan okuma bekliyorduk.
İkinci yarı başladığından beri dakikalar akıp gidiyor, ilk devrede rakibin oyun planını bozmuş ve Samet Akaydın'ın golüyle sağlam bir kroşe indirmiş takımımız gitgide siniyordu. Hollanda Teknik Direktörü Ronald Koeman, çok da zengin olmayan kulübesinden beklenen yegane hamleyi yapmış, ceza sahasını karıştırmak adına oyuna Wout Weghorst’u sürmüştü.