İstanbul bir “büyük şehir” olması hasebiyle içinde sonsuz sayıda yaşam biçimi barındıran, ama kendini büyük toplamda sade insanına değil kedisine, martısına bile dayatan bir ruh hali.
Burada yaşıyor olmak belli bir coğrafi alanın içinde yaşamını sürdürmenin çok ötesinde bir anlam taşıyor. Aşkla nefretin çoğu kez kol kola gezdiği, epey zengin bir duygu kokteyli sunuyor insana. Görünmeyen, anlatılamayan çok şeyi içinde taşıyor buralılık - İstanbullu olmak galiba mekânı aşıyor.
Dolayısıyla son zamanlarda sıklıkla tanıklık ettiğimiz “İstanbul’dan gitmek” işi, bir kenti terk etmekten farklı olarak neredeyse bir sevgiliden ayrılmaya, bir romantik ilişkiyi bitirmeye benziyor. İstanbul’a duyulan o “değişik” duygular insanın sanki nereye gitse içinde dolanmaya devam ediyor. Çünkü ayrılık da sevdaya dahil.
“Sana ne oldu?” serisinin ikinci etabı bu: “İstanbul’dan gidince sana ne oldu?”
Bu defa sorularımı ailesiyle birlikte komşuya göç eden oyuncu, yönetmen, senarist Caner Özyurtlu’ya sordum.
Ortak bir arkadaşımızın “siz iyi anlaşırsınız, ikiniz de biraz değişiksiniz” dediği ve henüz arkadaş olmasak da bir süredir çeşitli nedenlerle haberleştiğim Caner, bir yıldır Atina’da yaşıyor.
Hemen şurası ama Atina’nın aynı coğrafyada başka bir delilik olduğuna eminim.
Sanki aynı dertlerin Türkçesi yetmezmiş gibi bir de Yunancasıyla mı boğuşur insan oraya turist olarak değil de yaşamaya gidince?
En çok bunu merak ediyorum.
Caner bunu dili öğrenmeyip, sokağı anlamayarak çözmüş şimdilik. Gayet mantıklı. Gizemi çözene kadar her yer insana tatlı geliyor.
Ayak İşleri’nin son sezon çekimlerinin bitiminde yakaladım kendisini ve Atina’da keyfin nasıl diye başladım söze. “Atina sakin, yavaş, huzurlu. Hızım her konuda yarıya düşmüş durumda, daha da yavaşlamayı hayal ediyorum” dedi Caner.
Bu bile tek başına çoluk çombalak ev taşımaya değer.