Kırılganlık, insanın incinebilir olma hali…

Zayıflık ya da güçsüzlük değil, duygusal ve fiziksel olarak etkilenebilirlik demek. Yani aslında insan olmanın en temel, en doğal ve belki de en mühim getirilerinden biri. 

Çünkü kırılganlık olmadığında, bastırıldığında, görülmediğinde, derin bağlar geliştirebilmek de empati kurabilmek de içsel gücünüzü keşfetmek de pek mümkün değil. Ancak kırılganlığını kabul edebilen bir birey, kendisiyle ve çevresiyle daha sağlıklı ilişkiler kurabilir. 

Hal böyleyken toplumda kırılganlık sıklıkla bir cinsiyete atfediliyor. Kadınların duygularını ifade etmeleri olağan görülürken, erkeklerden sert ve dayanıklı olmaları bekleniyor.

Halbuki kırılganlık, yalnızca bir özellik ya da bireysel bir duygu durumu değil, toplumsal olarak eşit biçimde tanınması gereken bir insanlık hali… Cesaret gerektiren, bireyin kendiyle yüzleşmesini içeren, gerekli destek sağlandığında güçsüzlük değil, psikolojik esneklik kazandıran bir durum.

İşte bu yüzden buna "kırılgan olma hakkı" demek yerinde olacaktır. Ancak ataerkil toplumlarda bireyler, bunu bir hak olarak görmekten çok uzakta…

Sağlıklı olan kırılganlık bile bir zayıflık olarak görülüyor. Kırılganlığını dışarı yansıtmayı başaran bireylerin bu hali, güçle değil patolojiyle özdeşleştiriliyor. Ve şaşırtıcı olmayan bir gerçek, bu etiketlemelerden en çok, kadınlar payını alıyor. 

Neden terapiye başvuranlar çoğunlukla kadınlardır? 

Kadınların erkeklere oranla psikolojik destek arayışına daha yatkın olmaları sıklıkla dile getirilen bir gerçek. Bunun pek çok nedeni olabilir.

Öncelikle, birçok kadın yalnızca kendi yaşadığı zorluklarla değil, çevresindeki insanların duygusal dengesiyle de ilgilenmek zorunda. Kadınlardan sıklıkla, bir anne ise çocukları için, eş ise kocası için, bir evlat olarak da anne babası için duygusal tampon görevi görmesi bekleniyor.

Bunun yanı sıra, kadınların ev içi sorumlulukları büyük ölçüde devam ederken, artık bir kariyer sahibi olmaları da adeta bir zorunluluk. Hem iş hayatında başarılı olup hem de evdeki görünmez emeği üstlenmek, kadınların omuzlarındaki yükü artırıyor. Terapinin bir ihtiyaç haline gelmesi, aslında kadınlara yüklenen bu fazladan duygusal ve fiziksel yükün bir sonucu belki de…

Diğer taraftan, kadınlar arasında duygusal paylaşım için kültürel bir alan da yok değil. Kadınlar genellikle arkadaşlık ilişkilerinde ya da aile içinde duygularını dile getirmeye daha fazla teşvik ediliyor. Dolayısıyla konuşarak, paylaşarak çözüm aramak onlar için daha doğal bir süreç. Bu eğilim, kadınların terapiye yönelimlerini de artırıyor.