En genç kuşak, güncele dakikasında intibak edemeyen bir önceki kuşağa boomer deyiveriyor.
Halbuki hakiki boomer’ların (yani II. Dünya Savaşı sonrası doğum patlamasında dünyaya gelenlerin) bir kısmı hakkın rahmetine kavuştu bile. Milleniallar, yani, Y kuşağı olarak X kuşağına boomer diyorduk. Şimdi kendimiz boomer olduk.
Ve – dünyanın kalanının kaygılarını çok da yansıtmayan batı merkezli medyaya bakılırsa – bu kuşak yaşlanmak, hayat kalitesi ve uzun yaşam formülleriyle ilgili ilgi ve kaygının kitlesel biçimde açığa çıktığı ilk kuşak.
Ama bu arayış ve çabada yanlış giden bir şeyler var. Bir yanda bazı zenginler ömürlerini 100 küsur yıla uzatmak için milyonlar harcıyor. Oturup tıpta uzmanlık gerektiren biyokimyasal süreçlerle ilgili kaynakları hatmediyorlar. Bütün bu çılgınlık şu anda 40’larını sürenleri asla erişemeyecekleri bir ideal yüzünden kahrediyor.
Yaşlanmak, ne olursa olsun zor bir şey… Fiziksel, hormonal, sosyal ve ekonomik olarak…
Yaşlılığı yok sayarak, insanların bu zorlanmadan şikayetlenme haklarını elinden aldığımız yetmiyormuş gibi, kendi ülkemizin yaşlanma hakikatini de gözden kaçırıyoruz.
Türkiye’de en düşük emekli maaşı 17 bin lira.
Yaşlılık, yaşlanmak ve yaşlanırken kendine ayıracak sermayesi de olan bu kuşağın kırılganlıkları ya da yanılgıları hakkında şüphelerim vardı.
Psikiyatrist Doç. Dr. Sera Yiğiter’in kapısını çaldım. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Gerontoloji Bölümü’nde öğretim üyesi; uzmanlık alanlarından biri de geriatrik psikiyatri.
Şimdi kırışıklık karşıtı kremlerinizi, protein tozlarınızı alın ve arkanıza yaslanın. Biraz acıyacak.
Yaşlılık ve ruh sağlığı arasında genel olarak nasıl bir ilişki var? Biz Türkiye'de bunu nasıl yaşıyoruz? Türkiye’de yaşlılık neye tekabül ediyor?
Önemsenmeyen ve görülmeyen bir şeye tekabül ediyor. Türkiye’de ‘insan yaşlanınca zaten az konuşur, pencereden dışarı bakar’ diye bir algı var. Bu yüzden yaşlılık çağında depresyon ve demans özellikle ilk evrelerinde gözden kaçıyor. Halbuki bu hastalıklar nedeniyle beslenmesi ya da kabızlık nedeniyle elektrolit dengesi biraz olsun bozulan yaşlılar deliriuma girebiliyorlar. Yani ölümcül metabolik sonuçları olabiliyor. Az konuşma, içe çekilme kolayca gözden kaçıyor. Özellikle de erken evre demans tedavi edilmeyince üzerine depresyon ekleniyor. Daha ağır klinik tablolar oluşuyor. Ama ‘yaşlı zaten, artık pek bizimle oturmuyor’ diye içe çekilme belirtisi önemsenmiyor.
Aslında korkmamız lazım, çünkü mesela tamamlanmış intihar dediğimiz şey, yaşlılıkta daha sık. Yaşlı intihara karar verince tamamlıyor maalesef.
Biraz daha yaşlı düşmanı ya da daha az yaşlı dostuyuz diyebilir miyiz? Yaşlılığa ve yaşlanmaya verilen tepki, geçmiştekinden farklı mı? Bunun klinik yansımalarını görüyor musunuz?
Öncelikle şunu söyleyeyim. Biz yaşlılık çalışanlar şu yanlış bilgiden sıkıldık: Türkiye genç bir ülke. Hayır, Türkiye yüzde 10,2'lik yaşlı nüfusuyla çok yaşlı bir ülke.