“İsrail, kendi güvenliğini sağlamak için, etrafındaki her ülkeyi paramparça etmek istiyor. Artık büyük Ortadoğu Savaşı başladı,” demişti Lübnan Dürzilerinin lideri Velid Cumbolat.
Bunu söylediğinde temmuz ayının ilk günleriydi. Sarayburnu’nda bir restoranda yemek yiyorduk. Her sene olduğu gibi o ikonik ve kendisiyle özdeşleşmiş deri ceketini yenilemek biraz da nefes almak için, Ortadoğu’da tanıdığım en dirayetli ve akıllı kadınlardan biri olan eşi Noura ile İstanbul’a gelmişti.
Fakat, olabilecekler nedeniyle çok huzursuzdu. Zaten İstanbul ziyaretini de kısa kesmeye ve planladığından önce dönmeye karar vermişti. Her an İsrail’in Lübnan’a saldırmasını bekliyordu.
Cumbolat, Ortadoğu’nun en eski politikacılarından biri. Hatta yıllara dayanan tanışıklığımızda şaka yollu bana söylediği gibi, “Sen romantik bir gazetecisin, ben eski bir savaş ağası.”
Kendisini savaş ağası olarak tanımlaması aslında son derece yerinde. 1975-1990 yılları arasında süren Lübnan İç Savaşı’nda, Filistinlilerle birlikte hareket eden cephenin liderliğini, Arap milliyetçisi ve laik bir Lübnan hayal eden babası Kemal Cumbolat, Suriye tarafından öldürüldükten sonra üstlenmek zorunda kalmıştı.
Ortadoğu minyatürü Lübnan
Lübnan, bir Ortadoğu minyatürüdür. Ortadoğu’da yaşayan ne kadar halk ve mezhep varsa, ülkede bulunur. Aralarında Yahudilerin de olduğu 17 farklı mezhep ve etnik grup, yasalarda tanınmıştır. Ülkenin siyasal temsili de bu gruplara göre organize edilmiştir. Cumhurbaşkanı Hristiyan, Başbakan Sünni, Meclis Başkanı Şii olmak zorundadır. Hatta en ufak bir devlet memuriyeti bile ülkedeki mezhebi - etnik dengelere göre belirlenir. Hal böyle olunca, seçim yasasının da dayatmasıyla, Lübnanlılar, kendi mezhep ya da etnik aidiyetlerine göre temsil edilmek zorunda kalırlar; üstüne, bu yapıların oluşturduğu siyasal partiler etrafında, ister istemez kümelenirler de.