Edebiyat tarihinde her okurun hayal gücünde adeta film gibi oynamış ama “asla sinemaya uyarlanamaz” denen büyük romanlar olmuştur. Fakat bu yorum sinemacıların iştahını kabartır ve bu sayede Don Kişot, Yüzüklerin Efendisi, Tristram Shandy, Günlerin Köpüğü gibi kitaplar bazen yarım yamalak bile olsa şaşırtıcı şekilde uyarlanabilmiştir.
Son yıllarda sinema teknolojisinin gelişmesi, platformlarla doğan yeni formatlar ve dijital çekim olanaklarıyla tüm bunlar artık perdeye veya ekrana yansıyabiliyor.
Frank Herbert’in Dune’u ve Alasdair Grey’in Poor Things’i çekilmesi imkânsız gibi görünen romanların başarılı uyarlamalarıydı mesela.
Çekilemez denen filmlerin zamanı
Yine “çekilemez” diye görülen, büyülü gerçekçilik edebiyatının öncü romanı Pedro Paramo da geçen günlerde Netflix’te film olarak yayınlandı.
Netflix, Latin Amerika edebiyatına merak sarmış olacak, şimdi de bu tarzın kuşkusuz en büyük eseri Yüzyıllık Yalnızlık’ın dizisiyle karşı karşıyayız.
İlk sezonun sekiz bölümü yayınlandı. İkinci sezonun halihazırda çekilmiş olan sekiz bölümünün de 2025’te yayınlanması bekleniyor. Biz bu sekiz bölümle romanın ilk yarısını izlemiş olduk.
Tabii bu noktaya kolay gelinmedi. 1967’de yayımlandığından beri büyük ses getiren Yüzyıllık Yalnızlık’ın sinemaya uyarlanıp uyarlanamayacağı hep tartışıldı.
Gabriel Garcia Marquez’e ya da Latin Amerika’nın onu tanıdığı lakabıyla Gabo’ya göre bu öncelikle süre açısından mümkün değildi. Bu kitaptaki olaylar iki veya üç saatlik bir filme sığmazdı. Diğer yandan bu kitap Marquez için çok özeldi, kendi hayatından izler barındırıyordu.
Marquez vs Hollywood
Karakterleri de herkese tanıdık geliyordu. Okurlarından sık sık şöyle görüşler alıyordu: "Úrsula Iguarán aynı ninem gibi." Fakat kitapları sinemaya uyarlansa, bunun altından maliyet açısından sadece Amerikan sineması kalkabileceğinden, oyuncular da muhtemelen Amerikalı olacaktı. Marquez bir keresinde kinayeyle şöyle demişti: “Robert Redford'a benzeyen dedelerimizin olması zor. Bu yüzden bu işi okurun hayal gücüne bırakmayı tercih ettim hep.”
Aslında Marquez’in sinemaya da ilgisi vardı, Meksika’da 50’li yıllarda birçok senaryoya imza attı, hatta bir film de yönetti.“Sinemayla huzursuz bir evlilik içinde” olduğunu söyleyen yazara göre edebiyat ve sinema ayrı tutulmalıydı.
Tabii onun uzlaşmaz tavrına rağmen sinemacılar peşini bırakmadı. Şimdilerde adı taciz skandallarıyla kara listeye alınan ama 90’larda çok büyük işlere imza atan yapımcı Harvey Weinstein, Marquez’i tavlamaya çalışıyordu. Cinema Paradiso’nun İtalyan yönetmeni Giuseppe Tornatore’ye Yüzyıllık Yalnızlık’ı çektirmek istiyordu.
Marquez önce onlara yeşil ışık yaksa da tuhaf bir şart koyarak işi yokuşa sürdü: Kitabın tamamı çekilmeli, ancak her yıl, iki dakikalık tek bir bölüm yayımlanmalı, filmin gösterimi 100 yıl sürmeliydi! Marquez, Güney Amerika’daki Amerikan sömürüsünü ve kültürel emperyalizmi bu gibi yollarla protesto ediyordu.
Fakat İtalyan bir yapım şirketi Kırmızı Pazartesi’nin haklarını alarak bir kapıyı açmış oldu. İlk defa Kolera Günlerinde Aşk ile 2007’de bir Marquez romanı Hollywood’da filme çekildi. Kendisine kanser teşhisi konması nedeniyle ailesinin geleceğinden endişe etmesi sonucu teklifi kabul ettiği söylendi. Marquez’in ölümünden sonra Netflix, Yüzyıllık Yalnızlık için ailesiyle görüştü. Marquezlerin üç şartı vardı: İspanyolca olacak, Kolombiya’da çekilecek ve Latin Amerikalı oyuncular oynayacak.
Netflix uyarlaması
Netflix yapımında yapımcı olarak yer alan oğulları bazılarına göre babalarına ihanet etmiş olsa da kitabın hayranlarının çoğu sonuçtan memnun. Laura Mora ve Alex Garcia Lopez’in romana sadık bir biçimde ustalıkla yönettiği dizi, romanı özellikle benzer karakter isimlerinden dolayı karışık bulanlara da kılavuzluk edebilir. Can Yayınları da bu amaçla kitabı özel bir ciltle yeniden bastı, bu baskının başında da daha önce olduğu gibi Buendia ailesinin soyağacı bulunuyor.
Marquez’in oğulları Rodrigo Garcia ve Gabriel Garcia’nın denetimiyle geliştirilen dizi gerçekten neredeyse satır satır sadık bir uyarlama olmuş. Dizide yaratılan dünya kitabı okurken hayalimizde canlandırdığımıza tıpa tıp benziyor, hatta hayal ettiğimizden de büyülü bir atmosfer yaratılmış. Tek tek oyunculardan mekanlara, evlere, kostümlere ve en ufak eşyalara kadar her şey dikkatle, özenle seçilmiş. Hiçbir zaman romanı okumayacak olanları düşününce, iyi ki bu dizi yapılmış diyorum. Hiç değilse Marquez’in dünyasını bu diziyle tanısınlar. Onun eleştirdiği eril savaşların nasıl başladığı hakkında biraz düşünsünler.
Yüzyıllık Yalnızlık ne anlatıyor?
Marquez, Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazarken aslında Latin Amerika’nın halk söylencelerinden ve mitolojisinden esinlenmişti. “Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü olağan şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım” der Marquez.
"Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla delilik arasında ayrım gözetmeyen, adları bir örnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluğuma ait bir dünyanın şiirsel bir kaydını düşmek istedim.”
Dünyanın bu şiirsel kaydını düşerken en çok kuracağı ilk cümleye takılmış. Marquez’in düşlediği ama bir türlü yazmaya başlayamadığı romanın tüm kilitlerini açan da o cümle olmuş. Bu cümle Gabriel Garcia, ailesiyle tatile giderken aklına gelir ve gelir gelmez eve dönerek, iki sene boyunca hiç dışarı çıkmadan romanı yazar. Dizi de bu cümlenin birebir dış ses aktarımıyla izleyicisini gizemli dünyasına davet ediyor:
“Albay Aureliano Buendia, yıllar sonra idam mangasının karşısına dikildiğinde, babasının onu buzu keşfetmeye götürdüğü o çok uzaklarda kalmış ikindi vaktini hatırlayacaktı.”
Derken kuzenler Jose Arcadio Buendia ile Ursula Iguaran’ın düğününe gideriz.
Düğün neşeli olduğu kadar hüzünlüdür çünkü kehanete göre kuzenler evlenince çocukları domuz kuyruğuyla doğarmış. Ursula’ya bekaret kemeri takıldığı için karısıyla serbestçe sevişemeyen Jose Arcadio, horoz dövüşünde erkekliğine laf atan Prudencio’yu öldürür. Sonrasında Prudencio’nun hayaleti onları rahat bırakmaz.
Jose Arcadio ve Ursula aileyi etkileyen lanetten ve hayaletten kaçarak yerleşecek başka bir yer aramak üzere evlerini terk ederler. Bataklıkların ortasında aynı yerde dönüp durduklarını anlayan Jose Arcadio rüyasında gördüğü ırmak kıyısında yerleşke kurmaya karar verir. Onları takip edenlerle birlikte Macondo’nun temelini atarlar.
Macondo, medeniyetten uzakta huzurlu bir köydür. Hiçbir kötülük yoktur. Derken bir çingene obasının başında Melquiades adında bilgili ve gizemli bir adam gelir.
Jose Arcadio, Melquiades’ten mıknatıs ve teleskop gibi birçok şey öğrenir. Kendini atölyesine kapatarak yararsız bilimsel çalışmalara verir. Eşi Ursula ise ailenin ve köyün sorunlarıyla ilgilenir. Yeni gelen çocuklarla aile büyüdükçe ilave odalar yapar. Kısacası, her şey yolundadır.
Ne zaman ki kasabaya hükümet yargıç atar, yargıç kilisenin kurulmasına öncülük eder, köyde çatışmalar başlar…
Güney Amerika’nın metaforik tarihi
Marquez, aslında bu hikâyeyle doğduğu Aracataca kasabasını, Macondo adını verdiği hayali bir köy olarak anlatır. Hayatı boyunca o kasabadaki dedesinin evindeki hatıralar peşini bırakmamış ve zihnini kurcalamıştır.
Albay dedesinden dinlediği, “bin gün süren liberaller ve muhafazakârlar savaşı” bunlardan biridir. Dedesi bu savaşta liberal tarafta yer almış ve liberaller yenilgiye uğrayarak, yönetimi muhafazakârlara teslim etmek zorunda kalmışlardır. Bu gibi yakın tarih hikayeleri dışında Marquez’i çokça etkileyen diğer hikâyeler ise büyükannesinin anlattığı doğa üstü olaylardır. Bu yüzden küçük Gabo, karanlıkta hayaletlerden korkar, bazı geceler uyuyamaz olur.
Dedesinin gerçekte yaşanmış, büyükannesinin ise batıl inançlar ve düş gücüyle aktardığı öyküler en büyük büyülü gerçekçilik eseri olan Yüzyıllık Yalnızlık’ı doğurur. Macondo’nun geçmişi olarak anlatılanlar gerçekte Kolombiya’nın ve bütün Güney Amerika’nın metaforik tarihidir.
Romanın ve dizinin kilit cümlelerinden birini Ursula’dan duyarız. Evi ve kasabayı Ursula yönettiğinde hiçbir sorun yokken ondan sonra yaşanan çöküşün sebebi hep erkeklerdir. Ursula, “Erkekler bir kez savaşmaya alıştılar mı, asla vazgeçmezler.” der. Bu tip sözler aslında Marquez’in büyük hayalinin yansımasıdır. Marquez, bütün Latin Amerika’nın birleşmesini hayal ediyordu. Küba devriminden sonra Küba’ya gitmiş ve Fidel Castro ile yakın dost olmuştu. Bu da onun 18 yıl kadar FBI tarafından takip edilmesine ve 15 yıl ABD’ye girememesine sebep oldu. Bu yasak, en sevdiği kitabın Yüzyıllık Yalnızlık olduğunu söyleyen Clinton tarafından kaldırıldı.
Evrensel ve tüm zamanların yapıtı
Yüzyıllık Yalnızlık sadece Güney Amerika’ya değil, dünyanın geçmişine ve insanlığın tarihine ayna tutarak evrensel olmayı başarıyor. Roman olarak bütün dünyayı etkilemesinin sebebi bu.
Edebiyat kırılan bir porselenin parçalarını tutkalla yapıştırma ve çatlakları onarmaya benzer. Tıpkı Japon sanatı kintsugi gibi.
Marquez de kıtasının önce sömürgecilikle, sonra darbelerle yalnızlığa mahkûm edildiği kötü kaderini edebiyatla onarmaya çalışıyor. Şimdi onun bu büyük eserinin başarılı bir televizyon uyarlamasıyla evlere konuk olması çivisi çıkmış bu dünya için bir umut ışığı.
O ışık da olmasa geriye kalır sonsuz yıllık yalnızlık…
Marquez öldükten sonra
Kolombiya’daki uyuşturucu kaçakçılığını, kapitalizmi ve CIA’in tehlikeli müdahalelerini her zaman eleştiren Marquez, Meksika’da yaşadığı için önceleri kendi ülkesinde çok sevilmemişti ama sonunda onlar da büyük yazarlarıyla gurur duydular. 2024’te öldüğünde devlet başkanı Santos üç günlük yas ilan etti ve şöyle dedi: “Tüm zamanların en büyük Kolombiyalısının ölümü yüzünden bin yıllık yalnızlık ve hüzün! Onun gibi bir dev asla ölmez.”