Vegan olunca sana ne oldu?” etabını sosyal medyadan @vegan__earth adıyla tanıdığım Melike Dirikoç ile tamamlıyorum. 

Açık Radyo’da uzun süre devam eden Türlerin Yaşam Hakkı programını hazırlayan ve sunan Melike, Psikoloji lisansı, Medya ve İletişim Sistemleri master’ı üzerine şimdilerde Londra’da Belgesel alanında ikinci master’ını yapıyor.

2016 yılından beri vegan. Darbe girişimi sonrası bir kullanıcı deneyimi şirketindeki işinden çıkarılınca aktivizme yönelmiş ve o dönemden beridir de bu alanda emek veriyor. 

Melike otuz yaşında vegan olmuş. Nasıl almış bu kararı? Oradan başladım sormaya. 

“Hayvanları pek çok çocuk gibi çok severdim. Ancak onlarla karşılaşmalarım ya hayvanat bahçelerinde ya sirklerde olurdu çoğunlukla. Onların varlıklarının, bizim dünyamızın tutsakları olarak daha o yaşlardan insanların zihnine kazındığını şimdilerde anlıyorum. Ailem hayvancılıkla uğraşan bir aileydi. Eve ben seveyim diye civcivler getirilir ama ertesi gün ölürlerdi. Bir yandan da hayvansal tüketmenin çok önemli olduğunun sürekli vurgulandığı bir ortamda büyüdüm. Hayvan etinin olmadığı yemekler yetersiz olarak görülürdü. Her öğün mutlaka hayvansal ürün tüketilirdi. Küçük bir çocuk olarak maalesef çok sevdiğim ve görünce çok heyecanlandığım hayvanların her gün önüme konan hayvanların bedenleri, salgıları olduğunu anlayamadım.”

Çocukken, henüz neyin ne olduğunu bilmediğimiz yaşlarda, hayvanlar ve hayvanların hayatımızdaki yeri konusunda bir sürü mesaja maruz kalıyoruz.

O zamanlarda karşılaştığımız, bazı deneyimler, bazı anlatılar, bazı kültürel olgular zamanla birikip bir fikre dönüşüyor.

Veganlığı tercih edenlerin çocukluk anıları bu açıdan birbirine benziyor ve sanıyorum aydınlanma çoğunlukla zihin belli bir olgunluğa ulaşınca geliyor.

Veganlık kararını aldıran şey bazen bir olay olsa da, ekseriyetle bir birikmişlik hali, bir noktada daha fazla bu eziyete katlanamamak…

Melike’nin kararının olgunlaşma sürecini merak ettim. 

Hakikat ile kurgulanmış gerçeklik arasında büyük bir uçurum var.”

“Yıllar geçtikçe ve bazı şeylerin farkına vardıkça insan bazı aydınlanma anları yaşıyor. Benim için de bu bir Kurban Bayramı günü oldu. O günlerde ailenin erkekleri kurbanı kesmeye gider, geri geldiklerinde etin nasıl pişeceğiyle alakalı bazı diyaloglar olurdu. Annem her seferinde ‘Kuzu değildi değil mi?’ diye sorarak yüzünü buruştururdu. O zamanlar bunu sadece bir et tercihi ya da damak zevki olarak algılardım. Ta ki bir Kurban Bayramı’nda eve getirilen öldürülmüş ve parçalanmış hayvanı ben elden teslim alana kadar. Elime tutuşturulan torbadan tüylü bir bacak görünüyordu ve torbayı veren kişi bunun bir oğlak olduğunu söylemişti. O zamanlar oğlağın neye benzediğini bile bilmiyordum fakat bu kez tabakta bir parça et olarak değil de hayvan haline, canlı haline çok yakın bir beden gördüğümde zihnimde bir şeylerin uyandığını hissettim. Fakat o zaman vegan olmadım. Yıllar içinde başka olaylarla da karşılaştım. Örneğin bir dönem internette ‘Mc Donalds’ın korkunç iç yüzü. Bize neler yediriyorlar?’ minvalinde yapılmış bir video vardı. Videoda bir ineği bütün halde devasa bir kıyma makinasına atıyorlardı. O zaman da veganlığı ya da o zavallı hayvanın yaşadıklarını değil de, yediğimiz şeylerin ne kadar sağlıksız olduğunu ve hijyenik olmadığını düşünmüştüm. Bunun sebebi tüm bunları yaşayan, deneyimleyen, acı çeken hayvanların kendilerini hiç görmememiz. İnsan olmayan hayvanların pek çoğunu ürünlere dönüştürülmüş halde tanıyoruz çünkü. Hakikat ile kurgulanmış gerçeklik arasında büyük bir uçurum var. Ve bizler bu konuda hakikati, hayvanları ve onların acılarını görmemek üzere programlanmış durumdayız.”

Peki “ben artık yapamıyorum” dediği an ne zamanmış?