Yaşı elliyi geçmiş olanlar için “Battlestar Galactica” dizisinin yeri ayrıdır. 1978 tarihli dizi Saylon adlı robotların başlattığı isyanı ve insanlığın kendisini koruma mücadelesini anlatıyordu. Soğuk Savaş konseptine göre dizayn edilmiş anlatı, dönemin olanakları içinde güçlü bir bilimkurgu olarak karşımıza çıkmış ve hepimizi hayran bırakmıştı.
Dizinin 2004 tarihli yeniden çevirimi milenyumun estetiğini ve politik kaygılarını taşıyordu. Soğuk Savaş bitmiş, Sovyetler Birliği gitmiş yerini ‘terör korkusu’ almıştı. Ancak karşıdaki düşmanın belirsizliği diziye de yansımış ve Saylonlar artık insan formuna da bürünmeye başlamıştı. Üstelik aynı Saylondan birkaç tane olabiliyordu. Ve evet bazen robot olduklarından bile haberleri olmayan bu yaratıklar, birbirlerini gördüklerinde hayrete düşüyorlardı!
Kendi kopyasına bile hayret etmiyor
Bugünlerde gösterimde olan Mickey 17 filmindeyse, kendi kopyasını gördüğünde bile hayret etmeyen bir kahraman söz konusu. Edward Ashton'ın 2022 tarihli romanı Mickey7'ye dayanarak çekilmiş, Oscarlı yönetmen Bong Joon-ho'nun senaryosu yazdığı, yönettiği ve ortak yapımcılığını üstlendiği bu bilimkurgu filminin kahramanı Mickey Barnes ya da 7. Mickey, hayatını kaybetmenin kıyısına geldiği görevden sağ döndüğünde odasında bir benzeriyle karşılaşınca o kadar şaşkınlık yaşamıyor. Çünkü o bir “harcanabilir” ve öldüğü zaman yerine yeni bir “kendisinin” geleceğini biliyor. Sorun şu ki, yakın arkadaşı Beto, onun öldüğünü düşünüp öyle rapor ettiği için vakit kaybetmeden Mickey 8 üretilmiş bile.
Burada “Battlestar Galactica”da olduğu gibi bir üretim fabrikası yok. Uzak, çok uzak bir gelecekte insanlık başka diyarları kolonize etmeye çalışıyor çünkü bildiğimiz dünya da dahil olmak üzere birkaçını yaşanmaz hale getirmişiz zaten. İşte bu zor görevlerde kullanılmak üzere gönüllü “harcanabilirler” kullanılıyor. Bu insanlar öldüğünde, yerlerine hafızasının ve kişiliğinin büyük bir kısmına sahip yenileri üretiliyor. İşte romanımızın asıl kahramanı Mickey bu sürecin 7. parçası olarak bize başında geçenleri anlatıyor.
Eğer kitabı okumadıysanız önce filmi izleyin
İthaki Yayınları, bu filme temel oluşturan Mickey 7 romanını Burcu Denizci çevirisiyle okurla buluşturdu. Film-roman tartışmasına girmeyeceğim ama yaklaşık otuz yıllık film eleştirmeni olarak “eğer kitabı okumadınızsa önce filmi izleyin” tavsiyesinde bulunayım. Çünkü sinemada iyi bir uyarlama çoğu zaman başarılı bir yeniden yazma işidir!
Romana dönersek, Edward Ashton'ın elinde sonsuz bir malzeme var aslında. Yıkılmış bir uygarlık. Uzayın derinliklerinde hayata tutunmaya çalışan insanlık. Bulunduğu her şeyi yok edebilecek bir potansiyele sahip ‘anti madde’, Niflheim adlı bu gezegenin ürkütücü ama zeki ev sahipleri, kıtlık ve tabii ki her şeyden önemlisi aynı anda aynı yerde bulunmaması gereken iki insan…
Aynı anda aynı yerde bulunmaması gereken iki insanın varlığı, yazarın kariyerine bakıldığında çok şaşırtıcı değil. Kendi tabiriyle “asık suratlı lisansüstü öğrencilerine kuantum fiziği öğreten” birisi Edward Ashton. Bir maddenin aynı anda iki yerde olabilmesi, anti madde vb. daha birçok kuantum tartışması hikâyenin içinde kendisine yer buluyor kaçınılmaz olarak. Ama “Mickey 7” şaşırtıcı derecede basit bir anlatı. Gücünü de buradan alıyor. Edward Ashton, bildiğimiz dünyaya ne olduğundan anti maddenin günlük kullanımına, karbon kopya insan üretiminden uzay yolculuklarına kadar birçok teknik bilgi veriyor. Ama bunu o kadar sade bir biçimde yapıyor ki, asla meselenin özü haline getirmiyor. Bir Marvel filminin paralel evrenleri arasında oyuncağa dönmüyorsunuz. Anlatıya hizmet edecek kadar bilgi veriyor. Ve zaten asıl mesele bütün bunların gerçek olup olmadığı değil. Asıl mesele hayat!
Derdi ölümsüzlük değil
Bir biçimde yaşadığı yerden, hayatından kaçmaya karar vermiş birisi Mickey Barnes. Ölümsüz olmak derdiyle değil, belli ki bir derdinden kaçmak için seçmiş “harcanabilir” olmayı. Ve yine belli ki geride bıraktığı altı hayatı boyunca bu durumu değiştirecek bir şey olmamış. İşte Mickey 8’in varlığı tam da bu noktada işlev kazanıyor. Bu yeni versiyon, Mickey 7’ye hayatına dışardan bakma fırsatı veriyor. Öylesine takıldığı Nasha’ya olan hislerine ve dostu sandığı Berto’ya olan güvenine dışarıdan bakabiliyor bir an için. Kendisinin ölüme gitmesine kayıtsız kalan Mickey, kopyasının ölme ihtimali karşısında hayatın kıymetini anlıyor bir bakıma. Bu nedenle romanın bütün bilimkurgu altyapısı karakterin dünyasını inşa edebilmek için birer aparata dönüşüyor. Bunu olumlu anlamda söylüyorum. Edward Ashton, roman evreninde inşa ettiği her şeyi, verdiği her bilgiyi anlatı için işlevli hale getiriyor böylece. Christopher Nolan'ın “Interstellar” filminde yaptığı gibi “bakın bakın ne kadar da çok şey biliyorum” kibrine kapılmıyor. Kendi bildiğiyle okurun bilme ihtimali olanlar arasında bir denge kuruyor. İkisini birbirine bağlayan köprü ise Mickey 7 oluyor. Yani Mickey Barnes.
“Mickey 7”, yalın bir hayatın kıymetini anlayalım romanı değil. Hınzır, eğlenceli ve zeki bir karakteri de armağan ediyor insanlığa. Zaten devam romanı “Antimatter Blues”, 2023’te yayınlandı. Çok yakında Türkçe olarak da okurla buluşturacak.