19 Mart’ta İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ekibinin yolsuzluk ve terör suçlamasıyla gözaltına alınıp ardından tutuklanmaları ile devam eden süreç, yakın siyasi tarihimize altı çizili, kalın harflerle not düştü.

Bizimse şu ana kadar olanları ve bundan sonra olabilecekleri anlamlandırma çabamız sürüyor.

Yıllardır kutuplaşmanın zirveye tırmandığı, en son beraberce sevindiğimiz bir olayı hatırlamakta güçlük çektiğimiz bir dönemden geçerken 19 Mart süreci ayrı bir tetikleyici oldu. Özellikle sosyal medyada seküler kesimde “Muhafazakar camianın vicdanlı insanları razı mı bu olanlardan?” sorusu soruldu.

İşte o soruya “Razılar hocam sormaya gerek yok. Gayet mutlu ve memnunlar bu süreçten.” diye cevap veren hukukçu, tarihçi, yazar Mustafa B. Bozkurt, muhafazakar camiadan ciddi tepki gördü.

İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat’ın yaptığı işleri hatırlatarak bir tür hüsnü şehadet gösterince ev zencisi olmakla itham edildi. Düşüncelerini dile getirmeye devam edince bu kez de Müslümanlığı sınandı, o da “Müslümanların İslamcılarla imtihanı” başlıklı bir video çekerek içini döktü.

Her iki kesimle de teması olan Bozkurt ile 19 Mart sürecini, muhafazakar camianın süreçten razı olma nedenini, yaşadığımız toplumsal krizi, her iki kesimin farklılıklarını, benzerliklerini ve birbirlerini duyma ihtimallerini konuştuk.

Mustafa B. Bozkurt kimdir? Hukukçu, tarihçi, yazar, YouTuber. Hukuk tarihi ve felsefesi alanında yüksek lisans yaptı. Tarih, mikro tarih ve kültürle ilgili içerikler yayınladığı Lex Historiae adlı bir YouTube kanalı var. Suret Perdesi, Fakirizm, Tahra Bey'in Akıllara Durgunluk Veren Maceraları ile Milli İrade, Millet ve Demokrasi Üzerine Yeniden Düşünmek kitaplarının yazarı.

19 Mart'ı siz nasıl okuyorsunuz?

 Ben süreci ancak sıradan bir vatandaş olarak yorumlayabilirim. Ben bu süreci, insanların birikmiş itirazlarının açığa çıkması, çok birikmiş bir sosyal öfkenin bir anda gayzer gibi açığa çıkması olarak değerlendiriyorum. 

19 Mart aslında sadece 19 Mart ile ilgili bir olay değil. 19 Mart, bu zamana kadar yaşanan pek çok süreçte insanların biriken endişelerinin, kaygılarının açığa çıkması… Ben hiç bu tutuklamaların özü doğru mudur, yanlış mıdır, hukuka uygun mudur, vs bunları konuşmadım, o başka bir değerlendirme.

Ama insanlar tepkileriyle, olayın sadece bir yargılama olmadığı konusunda bir irade göstermiş oldu. Aslında uzun zamandır toplumda hukuka, yargıya güvenin çok azaldığı bir atmosferi görüyoruz. 

Bu durumun toplumsal şiddetin artmasında da etken olduğunu düşünüyorum. Hukuk görüntüde çok sert ve çok hızlı tedbirler alıyor. Ama görünen o ki, insanlar ihkâk-ı hak yoluna, yani haklarını kendileri arama yoluna gitmek zorunda hissediyorlar kendilerini. Herkese eşit, bağımsız, tarafsız bir yargının olmadığına dair bir tereddüt yaşıyorlar.

Peki, burada tanımlama, tasvir çok zor ama yine de bir şey demek zorundayız, muhafazakar kesim, iktidar söylemine yakın muhafazakar mahalle diyelim, olanları nasıl yorumladı sizce? Ve siz kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz? Muhafazakar mısınız?

Ben her şeyden önce bu mahalle diskuruna inanmıyorum ve itiraz ediyorum. Çünkü bizim mahalle olarak bildiğimiz şey başka. Şerif Mardin'in tarif ettiği mahalle değil bizim mahallemiz aslında. Aslında bizim mahalle olarak bildiğimiz şey, farklı görüşlerden insanların bir arada yaşadığı yerdir. Yani o mahallede işte biraz uyumsuz, bıçkın delikanlı da olur, çok mutaassıp, dindar hanım teyze de olur. Bu yüzden de ben de kendimi tanımlamakta güçlük çektiğim bir atmosferdeyim. Çünkü hiç böyle bir mahalle duygusuyla büyümedim. Etrafımda son derece dindar insanlar da oldu, daha seküler bir yaşam tarzını tercih eden insanlar da…. Aynı bayramda annemin teyzesine giderdik, sabah akşam delail-i hayrat okur, sonra çıkar Suadiye'ye giderdik, orada da  babamın çakır gözlü dayısı “Atatürk’ü seviyor musunuz çocuklar” diye sorguya çekerdi.

Dolayısıyla ben bunu çok suni ve aslında bilinçli olarak böyle tarif edilmiş bir olgu olarak görüyorum. Çünkü insanları bu gettolara, kamplara, mahallelere böldüğünüz zaman, duygular üzerinden çok daha rahat konsolide ediyorsunuz. Yani siyasi partiler “Her seferinde aynı tuşlara basarak, aynı duyguları tahrik ederek sizden oy alabilirim.” diye düşünüyor. Ve bütün siyaset mekanizması bundan yararlanıyor.

“Mesela Ramazan’da, bir iftar sofrasında şunu duydum, ‘İmamoğlu Fatih’in türbesine tekme atmış, ‘Zulüm 1453’te başladı’ demiş. Kader ki 1453 gün sonra tutuklanmış.” 

İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat için attığınız destek mesajı tepki gördü. Bir de “Muhafazakar camianın vicdanlı insanları olanlardan razı mı?” sorusuna çok çarpıcı bir yanıt verdiniz.

Mahir Bey benim de ilgilendiğim kültür alanında, tarihi eserler alanında çok kıymetli hizmetler yaptı. Ve pek çok kişi de buna şehadet etti zaten. Kendisini iyi bir bürokrat olarak tanıyoruz. Ben de adalet hissiyle, bizim bildiğimiz böyle bir insan, suçlandığı şeyleri yapabilecek bir insan olarak görmüyorum, burada bir hüsnü şehadet, iyi şahitlik yapmak istiyorum diyerek bir şey yazdım. Bunun üzerine itirazlar geldi.

Daha sonra ev hapsi kararı çıktığında da aynı kesimde yansıması farklı oldu; “Biz çok güçsüzüz herhalde ki bu insanlar dışarı çıkabiliyorlar.”, “Nasıl bir karanlık bağlantısı var da çıkabiliyor.” , “Aa bak arabayı da kendi kullanmış demek ki o kadar da hasta değilmiş” gibi yorumlar oldu. Yani orada algılama bambaşka bir noktada. Düşman hukuku demek doğru değil ama burada böyle olması lazım diye düşünüyor ve bu tavrını hiç tartışmaya açmıyor.

Akabinde de bahsettiğiniz soru… Orada da seküler kesime şunu anlatmak istedim. Siz yakından takip etmediğiniz için, “diğer mahallede” olayların nasıl okunduğunu pek fark etmiyorsunuz ve beyhude bir çabayla “Bak, burada bir adaletsizlik var” gibi bir şey anlatmaya çalışıyorsunuz. Oysa orada hikaye bambaşka.

Nedir oradaki yaklaşım?

Mesela Ramazan’da, bir iftar sofrasında şunu duydum, bunu da yazdım; “İmamoğlu Fatih’in türbesine tekme atmış, ‘Zulüm 1453’te başladı’ demiş. Kader ki 1453 gün sonra tutuklanmış” Bu çok sembolik bir örnek. Ben tarihi uydurmalara çok meraklıyımdır, bunları araştırmayı çok severim. Orada fark ettiğim bir şey var. Herkes kendi bulunduğu pozisyonu güçlendirmek adına tarihi araçsallaştırarak bir anlatı inşa ediyor.

Söz gelimi Türkiye'de çok yaygın bir anlatı var: “Biz aslında çok büyük bir devletiz. İçimizdeki kriptolar, hainler ve gizli dinli insanlar bizi yıktılar.” Mesela bu çok konforlu bir mitoloji. Böylece bütün o çöküşün yükünü, iktisadi olarak, sosyolojik olarak analiz etmek yerine çok güzel, komprime bir tarih anlatısı sunmuş oluyorsunuz. Veyahut “Biz Anadolu'da 5 bin senedir varız”. Sanki 1000 sene az bir zamanmış gibi onu 5 bin sene yapıyoruz.

Varlığımızı ispat etmek veya siyasi angajmanı güçlendirmek için hikaye üretiyoruz. Bu sadece bize mahsus bir olgu da değil. Bunun çok örneğini gördüm. Dolayısıyla bu mitolojik yaklaşım aslında bizim toplumumuzun henüz rasyonalize olamamasından kaynaklanıyor. Hep dışarıdan başka gizli, bizim hakim olamadığımız güçlerin bizi yönettiğini ve dönüştürdüğünü düşünüyoruz.