🦉
Fayn, güç sahiplerini denetlemek, bakış açılarımızı genişletmek, yankı odalarının duvarlarını yıkmak ve 21. yüzyılın enformasyon karmaşasına direnebilmek için var. Bağımsız ve nitelikli gazeteciliğe alan açma çabasına mütevazı bir tuğla da siz koyun, Fayn'a sınırsız erişim için ücretli abonelerimiz arasına katılın. Abonelik seçeneklerini inceleyin.

Milli tenisçi Zeynep Sönmez, Merida'daki şampiyonluğunun ardından Kadınlar Tenis Birliği (WTA) tarafından ‘Yılın en iyi çıkış yapan tenisçisi’ ödülüne aday gösterildi.

Toprak Razgatlıoğlu, Dünya Superbike Şampiyonası'nı ikinci kez zirvede tamamladı.

Bunlar ve benzeri başarılar son dönemde Türk halkının yüzünü güldüren olayların başında geliyor dersek pek de yanılmış olmayız. İçimizden birilerinin başarısını sosyal medyada paylaşmanın, muhabbetlerimizde tartışmanın zevkini çıkarıyoruz. Fakat bu keyfe ne sıklıkta nail olabiliyoruz?

Uluslararası başarıların birleştirici rol oynadığı bir ülkede spor yönetiminin ön plana alınması işin makbulü gibi geliyor olabilir. Ancak Zeynep Sönmez'in Rafine TV'ye verdiği röportaja baktığınızda, onun gibi bir yeteneğin bile okul ile spor arasında tercih yapmak zorunda bırakıldığını görebiliyorsunuz. 

Tutkuyla bağlı olduğu tenisi tercih edebilen Zeynep, nispeten daha şanslı kesimden sayılır. Ama çoğu sporcu için tam tersi bir durum söz konusu. Gelecek kaygısı, bir meslek sahibi olma ve erken yaşta çalışmaya başlama zorunluluğu gibi durumlar gelecek vaat eden birçok genci erken yaşta sporu bırakmaya itiyor.

Olimpiyat beşincisi, 16 yaşındaki Kuzey Tunçelli’nin antrenörü Aykut Kılıç’la konuştuğumda konuyu şöyle dile getirmişti: “Bizim yaş gruplarında çok başarılı sporcularımız var, yok değil. Ama devamlılık sağlayamıyoruz. Başarılı olabilmek için sporcuların yaşını büyütebilmeliyiz.”

Hiç kuşku yok ki burada ailelerin ve antrenörlerin çabaları yeterli gelmiyor. Bir antrenör tek başına koca bir sporcu nüfusuna tesir edemiyor. Aslolan ise devlet politikaları. Nihayetinde sportif başarılar sosyo-kültürel öneme sahip olduğu kadar, devletler için diplomatik bir önem de arz ediyor.

İtalya’nın sırrı ne?

Bu yazının konusu kim imkansızlıkları aştı, kim aşamadı bunu tartışmak değil. Amaç, Olimpiyatlarda ve ana akım sporlarda sıkça kürsüde gördüğümüz İtalya’nın başarısını ülkenin devlet politikaları üzerinden anlamlandırmaya çalışırken Türkiye için de bir beyin fırtınası yapmak.

İtalya, katıldığı ilk olimpiyatlardan bu yana madalya sıralamasında her seferinde ilk 15’in içinde yer alıp tarihte de en çok altın madalya kazanan altıncı ülke konumunda. Bunu da başarılı atletlerini gelecekte meslek sahibi birer asker veya devlet memuru olacak biçimde yetiştirdikleri spor politikalarına büyük ölçüde borçlular. Evet, İtalyan amatör branşlarda izlediğimiz başarılı sporcuların çoğunluğu itfaiye, askeriye veya polis teşkilatının spor kulüplerine bağlı birer devlet memuru. Bu uygulamayla sporu bıraktıktan sonraki yaşamları da garanti altına alınıyor.

Gençler kategorilerinde, katıldığı neredeyse tüm disiplinlerde kürsü gören Türkiye için, doğru bir yapılanma ile benzer başarılara ulaşmak ise imkansız değil.

Askerî birliklere bağlı spor kulüpleri yaratmak

Askerî sporcuların İtalya'daki varlığı 19. yüzyılın sonlarına dayanıyor. Kara Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri ve Mali Polis, o dönemde prestijlerini artırmak, aralarında rekabet edebilmek ve yeteneklerini spor müsabakalarında da sunabilmek için kendi spor takımlarını kuruyorlar. Hava Kuvvetleri, jandarma, itfaiye, polis ve benzeri birçok devlet kurumu zamanla kendi içinde ayrı bir kültür ve tarihe sahip oluyor. Böylece spor müsabakalarında da temsil edilmeye başlanıyor. 

Olimpiyatlara sporcu gönderme geleneği ve elde edilen başarılar her grupta farklılık gösteriyor. Hava Kuvvetleri ilk kez Seul 1988 Olimpiyatları'na sporcu gönderirken İtfaiye (Fiamme Rosse), Antwerp 1920’den Pekin 2008'e kadar kesintisiz olarak olimpiyatlara sporcu gönderiyor.

Maddi gelir imkanı, iş garantisi, Fiammeler ve diğerleri

İtalya’da devletin spor faaliyetlerini doğrudan desteklemesi bir gelenek halini alıyor ve başarının sürdürülebilirliği anlamında örnek bir yapı oluşturuyor. Bazıları devletin insanlara sadece spor yaptıkları için maaş sağlamasını yanlış bulsa da bu geleneğin ‘küçük’ spor dallarında birçok yetenekli sporcunun uluslararası müsabakalara uygun şekilde hazırlanmasında önemli rol oynadığını savunanlar da var. 

Bunu inkar etmek güç.

Örneğin Paris 2024’ün altın madalyalı yüzücüsü Thomas Ceccon, polis gücüne ait Fiamme Oro kulübüne bağlı bir isim. Kadınlar artistik jimnastikte denge tahtasında altın ve bronz madalyaları alan Alice D’amato ve Manila Esposito da aynı kulübe mensup. Altın madalyalı kadınlar eskrim epe takımı GS Forestale (Doğal Yaşamı Koruma Polisi) ve CS Esercito (Kara Kuvvetleri) kulüplerine bağlıyken, gümüş madalyalı erkek eskrim flöre takımında da Fiamme Gialle (İtalyan Polisi) ve CS Aeronautica (Hava Kuvvetleri) mensubu sporcularla karşılaşıyoruz.

Nasıl olunuyor?

Askerî sporcu olabilmek için belli aralıklarla açılan yarışmalar var. Son örneklerden biri, Kara Kuvvetleri'ne 25 askerî sporcu alımı için açılan yarışma. Bu yarışma, 17 ila 35 yaş arasındaki sporcular için açılıyor ve katılımcıların daha önce İtalyan Milli Olimpiyat Komitesi (CONI) tarafından ulusal düzeyde onaylanmış sonuçlar elde etmiş olmaları şartıyla gerçekleştiriliyor. En yaygın başlangıç adımı, dört yıllık bir gönüllü sözleşmesi.

Askerî sporcular, temel askerî eğitimleri de içeren özel bir süreçten geçiyor ve çoğu zaman kendi bağlı oldukları teşkilatın spor merkezlerinde antrenman yapıyorlar. Bu sporcular, görevdeki askerî personelle aynı rütbe ve maaşı alıyorlar. Her iki yılda bir, sporcuların atletik programlara uygunlukları kontrol ediliyor. Gereksinimleri karşılayamazlarsa kulüpten ayrılmak veya başka bir göreve tayin edilmek arasında seçim yapabiliyorlar.

Kariyerlerinin sonuna gelen çoğu sporcu bağlı oldukları teşkilattaki görevine devam edebiliyor. Bazıları askerî spor merkezlerinde veya polis teşkilatlarının antrenman programlarında kalabiliyor. Ancak eski atletlerin sayısı çok fazla olduğu için sporla ilgili olmayan diğer görevlerde de çalışabiliyorlar. Bu uygulamalar kulüpten kulübe değişebiliyordu. Fakat 2000 yılında yürürlüğe giren kanun sayesinde askeriyeye ve polis kuvvetlerine ulusal düzeyde başarıları olan sporcuları işe alma olanağı tanınıyor. Devlet uzun yıllardır süregelen bu geleneği resmî olarak kabul ediyor.

Eğer bir sporcu icra ettiği sporu meslek haline getiremiyorsa sadece Türkiye'de değil dünyanın herhangi bir yerinde işi çok zor. Ekipman masrafını karşılamanın, ev-okul-tesis arası gidip gelmenin veya bir işte çalışmak zorunda olmanın ve en önemlisi sürekli kendi kendini motive etmeye çalışmanın ağırlığı…

Futbol, basketbol, voleybol, tenis gibi kendi sponsorları ve reklam gelirleriyle yürüyemeyen, profesyonel spor ekosisteminin dışında kalan sporlar İtalya’da işte bu organizasyonların spor kulüpleri sayesinde korunuyor. 

Altyapılarda sorun yok, peki sporcular büyürken?

Ertuğrul Özkök, 15 Ağustos 2024 tarihli yazısında Procter & Gamble’ın 2014’ten bu yana yürüttüğü araştırmalardan bahsediyor. Türkiye’de çocukların ilgi duyduğu sporlar ve ailelerin çocuklarını spora göndermekle ilgili tutumu üzerine yapılan bu araştırmaların sonuçlarına göre ‘çocukların spora katılım oranı’ 2024’te %50’ye yükselmiş. Bu da Türkiye’de her iki çocuktan birinin düzenli spor yaptığı anlamına geliyor. Yani 10 yıl sonra altyapı sporcularının havuzu ciddi bir büyüme gösterecek –mi acaba?

İtalyan askerî ve polis spor kulüplerinde 600 civarı sporcu var. Bunlardan 200’ü olimpik sporcu. 58 milyon nüfuslu İtalya’nın altyapı havuzundan çıkıp başarılı olan kişiler bunlar. Yani 85 milyonluk Türkiye’de de ihtiyacımız olan, sadece, her branştan toplam 600 adet altyapıda yetişmiş sporcu.

Antrenör Aykut Çelik’in “Altyapılarda bir eksikliğimiz yok. Asıl sıkıntı sporcuların yaşı büyürken ortaya çıkıyor.” sözleri, İtalya örneğini inceledikten sonra daha da anlam kazanıyor. Herhangi bir uluslararası başarısızlıkta federasyonlardan hesap sormak yerine Türkiye’de spor politikalarının yapısallığını sorgulamak ve gelişim için adımlar atmak, çok değil belki de iki olimpik dönemde, yeni başarılara dönüşebilir.

Güncel Haber: Uluslararası yapıda da çatlaklar var

Her ne kadar altyapılardan alınan verimi optimize etmek olimpik başarıda ana etmen olsa da genel yapıdaki çatlaklar da zaman zaman başarıya engel olabiliyor. Örneğin, ülkelerin dopingle mücadele komisyonlarına büyük iş düşüyor. Londra 2012 Olimpiyatları’nda 15 Türk sporcunun dereceleri doping sebebiyle silinmişti. Bunun önünde durabilmek, sporcuların performans artırıcı sayılabilecek herhangi bir maddeyi bilgisizlikten de olsa tüketmemelerini sağlayabilmek, bu konuyu hekimler ve antrenörleri bilgilendirerek güncel tutmak da bu yapıdaki eğitimin bir parçası olarak önem taşıyor. 

Bazen bu da yetmiyor. Paris 2024'teki doping skandallarından bile dersler çıkarmak mümkün. Olimpiyatlarda madalya kazanan 60'tan fazla sporcu, oyunlara hazırlık sürecinde doping testine tabi tutulmadı. Uluslararası Anti-Doping Test Ajansı'nın (ITA) raporuna göre, olimpiyatlar öncesinde sporcuların %10'u test edilmedi. Avustralya’dan 60 atlet teste tabi tutulmazken, Fransa ve İngiltere’den de aynı koşullarda madalya alan isimler var. Olimpiyatlardan önce doping testi pozitif çıkan, fakat buna itiraz ederek karşı dava açan sporcular oldu. Türkiye'den Rıza Kayaalp de bunun bir örneğiydi. Kabahatin Kayaalp’te mi, doktorunda mı yoksa Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nde mi olduğu henüz bilinmiyor.

Bu durum, uluslararası spor dünyasında adalet ve güvenlik tartışmalarını git gide alevlendiriyor. Doping testlerinin şeffaf ve kapsamlı hale getirilmesi hatta ülkelerin kendi içlerindeki dopingle mücadele komisyonlarının da çok daha ihtiyatlı çalışmaları gerekiyor.

Bu konunun daha katmanlı olarak incelenmesi ise başka bir yazının konusu olabilir...

Bağlantı kopyalandı!