Ailemin tiyatroseverliği dolayısıyla yaşım, Cumhuriyetin ilk tiyatrocu kuşağını seyretmeye yetti.

Kendi adlarını taşıyan tiyatrolarında Yıldız Kenter’i, Nejat Uyguru, Yılmaz Gruda’yı; başka tiyatro topluluklarında Altan Karındaş’ı, Haldun Dormen’i, Toron Karacaoğlu’nu, Nedret Güvenç’i seyredebildim.

Gazanfer Özcan’ı, Erol Günaydın’ı, Gönül Ülkü’yü, Müşfik Kenter’i, Ayşen Gruda’yı, İlhan Daner’i sahnede kanlı canlı görebildiğim için kendimi bahtiyar saymayayım da ne yapayım?

Tiyatro aşkının tohumu minicik yüreciğime böyle ekildi.

Zamanla diğer ustaları seyrede seyrede bir fidan, sonra da kocaman bir ağaç oldu.

Handiyse o benim içimde dallanıp budaklanmamış gibi ben onun kovuğunda yaşar hâle geldim.

31 Temmuz gecesi aramızdaki yolculuğunu tamamlayan Genco Erkal da tiyatro sevdamın rengini koyultan o sahne ustalarından biriydi. Bir Delinin Hatıra Defteri’ni, Merhaba’yı, Nereye Gidiyoruz’u, Güneşin Sofrasında’yı, Göçmenleeeeri, Marx’ın Dönüşü’nü, Kerem Gibi’yi nasıl unutabilirim ki?

Bu yüzden iki gündür poyraz esen bir İstanbul gününde sisle örtülü Boğaz’da dolanan bir sandal gibiyim.

Anıların, sonra gördüklerimin, duyduklarımın, okuduklarımın tesiriyle…

Timsah gözyaşları

Ömürlerinde bir defa dahi seyretmediklerine kalıbımı basabileceğim siyasetçilerden, ömrü politik görüşlerinin çatışmasıyla geçmiş şahıslara kadar binlerce kişi Genco’muzu uğurlamak adına mesaj üstüne mesaj gönderdi.

Birçoğundaki sahtelik, yalandan yere öne çıkma kaygısı o kadar göze batıyordu ki gözüm kanamadan edemedi…

Sonra düşündüm; biz acaba Genco’nun ölüsünü dirisinden çok mu sevmiştik?