19 Mart’ta İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasından beri siyasette çok beklenmedik, olağandışı bir süreç yaşanıyor. Gözaltı ve tutuklama kararı sonrası farklı taleplerle binlerce insanın sokağa dökülmesi, piyasaların olan bitene çok sarsıcı tepki vermesi, bir adım sonra neler olacağını kimsenin kestirememesi yaşadığımız süreci daha da zorlu kılıyor. 

Soru işaretleri de havada uçuşuyor. Neden şimdi? Niye şimdi? İktidar böyle bir tepki bekliyor muydu? Sokaklarda kimler var? Anketler ne söylüyor? İktidardan yeni hamleler gelecek mi? CHP ne yapacak? AK Parti ne yapacak? Soruları artırmak mümkün. 

Biz de tüm bu soruları gazeteci, araştırmacı, kamuoyu araştırma şirketi PanoramaTR’nin araştırma direktörü, Ahmet Davutoğlu’nun uzun yıllar basın danışmanlığını yapmış ve muhafazakar camiayı çok iyi tanıyan Osman Sert’e sorduk.

İktidar, yalnızca CHP tabanı ile sınırlı kalmayacak, öğrenciler başta olmak üzere her kesimden katılımın olacağı böyle bir sokak tepkisi bekliyor muydu? Ya da bunu hesaplayamadı mı?

Dünyanın topluma en açık yönetimi bile olsanız, ki Türkiye öyle değil, çok uzun iktidar dönemleri, iktidarı yürütenlerin sokaktan kopmasını beraberinde getirir. Başkanlık sistemiyle milletvekillerini ve il teşkilatlarını etkisizleştirerek, parti teşkilatlarını anlamsızlaştırarak, basını kutuplaştırarak dolayısıyla doğru söyleyeni de yanlış söyleyeni de ideolojik bir çerçeveye hapsederek bu kopuşu Cumhurbaşkanlığı kendi elleriyle hazırladı. Bu bir tercih. Bu tercihin dışında başka bir gerçek de şu: 20 seneden de uzun bir süredir ülkeyle bürokratik bir havuzun içerisinden muhatap olduğunuzda, kendinizi bu kadar yukarıya konumlandırıp kamu ya da parti bürokrasisi aracılığı ile baktığınızda toplumdan koparsınız. Her istediğini yapabileceğine dair bir özgüveni de transfer eden bu kopuş, hesap hatasını beraberinde getirir. Bu sizin iyi ya da kötü olmanızdan bağımsız biraz da kaçınılmaz. Tam bu yüzden kimse 2 dönemden fazla yönetmemeli ülkeyi ama buraları geçeli çok oldu ne yazık ki.

İktidarın hesap hatası, Ekrem İmamoğlu'nun olabilecek en iyi şartlarda cezaevine girmesini beraberinde getirdi. Yani, aslına bakılırsa İmamoğlu, kendisi için olabilecek en doğru zamanda böyle bir süreci yaşadı, kavgayı kendi minderine çekti. Mesela eğer ön seçim süreci olmasaydı, aday olmasaydı, hâlâ Mansur Yavaş'la başkanlık kavgası yapan, acaba CHP’ye genel başkan olmayı düşünüyor mu diye hakkında soru işaretleri olan bir isim gözaltına alınmış olacaktı ve bunun etkisi nispeten daha sınırlı olacaktı. 

“İktidar tarafında muhtemelen asıl ekonomiyle ilgili  bu kadar derin bir çatlağın olacağı öngörülmüyordu. İstanbul Büyükşehir Belediyesine kayyum atanmamasını biraz bu ekonomik maliyete bağlıyorum.”

Şöyle düşünelim: Eğer bu süreç Cumhurbaşkanlığı adaylığı için ön seçim kararı alınmadan önce olsaydı, 1,5 milyonluk CHP üyesinin ne kadarı oy kullanacaktı? Dayanışma sandığı diye bir şey olmayacaktı. Kemal Kılıçdaroğlu ve Mansur Yavaş gidip Ekrem İmamoğlu'na oy vermemiş olacaklardı. Fakat yine Ekrem İmamoğlu içeri girmiş olacaktı. Bugün itibarıyla ise İmamoğlu artık İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin eski başkanı değil, ulusal bir figür ve içeride olmasına rağmen Cumhurbaşkanlığı seçiminin en önemli iki aktöründen birisi.

İktidar açısından asıl hesaplanamayan, sürecin ekonomik yansımaları. Bence en temel hesap hatası burada. Tabii ki Saraçhane'de insanların toplanacağı muhtemelen öngörülüyordu, bazı gösteriler olurdu ama bu kadar kapsamlı olması, neredeyse bütün illere yayılması muhtemelen beklenmiyordu. Fakat asıl, ekonomiyle ilgili bu kadar derin bir çatlağın olacağı öngörülmüyordu. Mevcut ekonomik kriz ve son hamlenin ekonomik maliyeti ile birleşince sokakta tepki de sürecin iktidara toplam maliyeti de katmerlendi. İstanbul Büyükşehir Belediyesine ve hatta CHP’ye -en azından şimdilik- kayyum atanmamasını biraz bu ekonomik maliyetin kontrol edilmesi çabasına bağlıyorum.

“Bizim araştırmalarımızda gözlemlediğimiz şu: Toplum genel olarak sürecin yanlış olduğunu düşünüyor. İmamoğlu'nun bir suç örgütü lideri olmadığını düşünüyor. %60-70'ler civarındaki kanaat böyle. Minimum %20-25’lik bir kitle de İmamoğlu'nun karşısında konumlanıyor.”

Bütün bu süreci kendisini CHP’ye ya da muhalefete yakın olarak konumlandırmayanlar nasıl görüyor?

Birincisi, hiç unutmayalım ki İmamoğlu muhalefet seçmeni arasında da yüzde 100 popüler bir isim değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gitmesini isteyen fakat İmamoğlu'ndan hazzetmeyen CHP’li bir kitle de var. Yine de süreçle birlikte İmamoğlu, şimdilik birleştirici bir güç olarak ortaya çıkmış görünüyor.

Muhalefette bile böyle bir mesafe varken, iktidar seçmeninde de net bir antipati besleyen, İmamoğlu’ndan hiç hoşlanmayan bir kitle bulunuyor. Dolayısıyla iktidar tabanında biraz, “bekle gör” yaklaşımı var.

Üstüne de doğru/yanlış meselenin odağında yolsuzluk iddiaları var. Bakın terör meselesi iktidar seçmeninde de çok karşılık bulmuyor. Ama yolsuzluk iddialarının “olabilirliği” satın alınıyor. 

Nihayetinde de bugüne kadar kendisini de etkileyen birçok haksızlığa ses çıkarmamış bir elit grubunun İmamoğlu için ses çıkarması zaten gerçekçi değil.

Bizim araştırmalarımızda gözlemlediğimizse şu: Toplum genel olarak sürecin yanlış olduğunu kanaatinde. İmamoğlu'nun bir suç örgütü lideri olmadığını düşünüyor. %60-70'ler civarındaki görüş böyle. Diplomasının iptal edilmesinin doğru olmadığı, bunun hukuki değil siyasal bir adım olduğunu düşünüyor. Fakat buna rağmen minimum %20-25’lik bir kitle de İmamoğlu'nun karşısında konumlanıyor. Burada bir siyasal pozisyonlanma durumu söz konusu.

Bunun dışında iktidara yakın olanlarda, çok geniş olmadığını düşündüğüm bir kısım, süreçten rahatsız, olayın siyasi operasyon olduğu konusunda netler. Fakat bunun siyasal operasyon olduğunu bilmeleri, kavga vermelerini gerektirmiyor. 

Belirleyici olanın, 2023 seçimlerinden sonra 2024’te sandığa gitmeyen, ya da kararsız pozisyonuna evrilen yaklaşık %10'luk bir iktidar seçmeni olduğunu söyleyebiliriz. Bu kitle bir kopuş yaşamıştı ama hepsi muhalefete de gitmedi. Bu kitlenin önümüzdeki dönemde ne yapacağı önemli ve bu büyük ölçüde muhalefetin ne yapacağına ve kutuplaştırıcı dilden ne kadar kaçınacağına bağlı.

Şunu da eklemek gerek: 19 Mart’a kadar, onun da öncesi var mesela Beşiktaş Belediyesine yapılan operasyon, muhalefet seçmeninde kafa karışıklığı vardı, kiminin Özgür Özel hakkında, kiminin İmamoğlu hakkında, kiminin Mansur Yavaş hakkında soru işaretleri vardı. İktidar, Beşiktaş Belediyesine operasyonla başlayan ve İmamoğlu’nun cezaevine girmesiyle nihayetlenen bu süreçte, kendi kitlesini konsolide etmeyi amaçladı ama tam tersi oldu. İktidar kitlesini tahkim edemezken muhalif seçmen kendi iç sorunlarını bir kenara bırakıp konsolide oldu. 

“Bence iktidar yapacağını yaptı. Ekonomide bir toparlanma olmadan yeni hamleler görmeyi beklemem.”

Eğer bu süreç, oyunun, İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla sonuçlanan birinci perdesiyse, senaryo bundan sonra nasıl ilerleyecek?

Bence iktidar için bir ara dönemdeyiz. Yapacağını yaptı. Evet Türkiye’yi otoriterleşme sürecinde daha ileri bir seviyeye taşıdı ama bunun ötesine yeni hamlelerle şu an için geçeceğini sanmıyorum. Ekonomik maliyeti kontrol etme arzusu, siyasal hamlelerin ara durağına gelindiğini gösteriyor. 

Yeni hamleler derken?

Bazı ilçe belediyelerinde kayyum görebiliriz. Basınla ilgili sert kararlar alınabilir. Ne yazık ki bu Türkiye’nin rutini haline geldi. İmamoğlu gibi önemli bir figürü içeri alabildikten sonra, ilçelerde bunu görmek şaşırtıcı olmaz.

Zaten yerel yönetimler üzerinde yavaş yavaş başlayan idari bir vesayet vardı ve HDP ile başlamıştı. Buna ses çıkarmadığı için CHP de bu işte iktidarın suç ortağıydı aslında. ‘Kürtlere yapılan başkasına yapılmadığı sürece sorun yoktur’ anlayışı Türkiye’yi bu noktaya getirdi ne yazık ki. Bundan sonra büyükşehir olmadığı sürece, atanabilecek kayyum operasyonu süreçlerinin büyük dalgalara neden olacağını sanmıyorum. Ortada zaten bir tepki süreci yürüyor.

İBB’ye kayyum atanabilirdi belki ama görünen ekonomik maliyet artacağı için şimdilik askıda. İktidarın ana oyun planı, 2027’ye kadar yeni bir seçim ekonomisinde kullanılabilecek ekonomik sermayeyi ve krediyi biriktirme üzerine kuruluydu. Fakat, süreç mevcut birikimi eritti hem de öyle bir kredinin ve sermayenin bir daha asla biriktirilememe ihtimalini ortaya koydu. Rakiplerinizi elimine etseniz de, seçim ekonomisi uygulayamayacaksanız kaybetme olasılığınız güçleniyor. Kaldı ki, Erdoğan, gelecek genel seçimler ve başkanlık seçimleri için gerekli bu sermayeyi güçlendirmek adına 2024 yerel seçimlerdeki mağlubiyetin derinleşmesini bile göze almıştı. Yani, asgari ücrete yapılan zam, memur zamları, emeklilere verilecek ikramiye seçmenin arzuladığı gibi değildi, bunlar yerel seçimi kaybettirecekti, belliydi, Erdoğan bu riski aldı, maliyeti öderim dedi ama şimdiki maliyet ‘her neyse öderim’in ötesine geçti.

Erdoğan açısından ileride ne olacağını belirleyecek temel iki dinamik var. Birincisi, beklenenden daha güçlü, daha organize, daha tutarlı ve sürdürülebilir bir toplumsal siyasal tepkinin ortaya çıkması. Erdoğan için en önemli parametrelerden biri bu, bir meydanda beş altı gün üst üste yüzbinlerce insan bir araya geliyorsa bunun anlamını Türkiye’de en iyi bilen kişi Erdoğan. İkincisi de ekonomik maliyet. Bu ikisinin Erdoğan’ı şimdilik bir yerde tutacağını öngörüyorum ama bundan sonra mahkeme süreçleri, zamanlamasının ayarlanması vs. bunları yaşayacağız, bu artık bizim vasatımız.

“AK Parti'nin toplumla bütünleşikliği, milli iradeyi arkasına alarak her seferinde aslında iktidar olmayı istemeyen CHP'yi mağlup etmesi, CHP’yi gerçekten iktidar olmak için halkla dilini, değer setini ortaklaştırmak zorunda bıraktı. AK Parti, CHP’yi dönüştürdü. Şimdi AK Parti kendisi dönüşmeden, dönüşen CHP ve dönüşen muhalif kesim ile kavga ediyor.” 

İleriye yönelik senaryolarda muhalefetin ne yapacağı önemli demiştiniz. Bunu biraz açar mısınız?

Muhalefet dilini nasıl kurgulayacak? CHP, Özgür Özel ve içeriden İmamoğlu ne kadar kutuplaştıracak ya da kapsayıcı bir duygu inşa edebilecek? Bence bu manada şimdilik başarılı bir performans gösterdiler. Açıkçası Özgür Özel kendisinden beklenenin üzerinde bir performans ortaya koydu. Ben bunu biraz yerel seçimlerin yapıldığı 31 Mart 2024 gecesindeki performansına benzetiyorum. Bir yandan iktidar elitleriyle ve Erdoğan ile kutuplaşan ama bir yandan da gerek polisle, gerek Kürtlerle gerek kılık kıyafetle ve özgürlüklerle ilgili cümlelerini sürekli dengede tutan, CHP’den hissedilen risk algısını minimize etmeye çalışan, büyük kalabalıkların sokakta olması nedeniyle ortaya çıkabilecek yol kazalarını, gerilimleri yönetmeye çalışan bir çaba vardı. 

Gazeteci olarak birçok miting izledim, genel başkan, başbakan danışmanı olarak iki ulusal seçim kampanyasına katıldım, 200-300 bin kişilik bir kalabalığı birkaç saat dağılmadan tutabilmek, üstelik bunu yaparken o kalabalığa uyarılarda bulunarak, o kalabalığa teslim olmadan süreci yönetebilmek kolay bir şey değil. Tamam bir yanda bunu sağlayan bir duygu var ama diğer yanda da bu bir meydan performansı demek, siyasi liderlik demek. 

Özel’in ikinci bir artısı, bir siyasetçinin başka bir siyasetçi için bu kadar net kavga vermesi. Meydanlarda İmamoğlu’nu sahiplenmesini kastediyorum. Ben bunun başka bir örneğini hatırlamıyorum. Siyasetçiler genelde kıskanç aktörlerdir, başkalarını övme konusunda cömert değildir. Bu sahiplenme bir sinerji de oluşturuyor.

Bu çizdiğim fotoğrafa zarar verebilecek risk, daha önce de örneğini çok gördüğümüz CHP’de var olan Kemalist ezberlere dönme riski. Sonuçta bu bir tercihtir, tabii ki orada durabilirsiniz. Ama o söylem Türkiye'de iktidar olsaydı, Deniz Baykal iktidar olurdu zaten. 

CHP'nin meydan performansıyla kendi ideolojik reflekslerine yeniden teslim olması arasındaki gerilimi nasıl yöneteceğini çok kestiremiyorum açıkçası.

Bu çizdiğim fotoğrafı CHP’ye öğreten de AK Parti. AK Parti'nin toplumla bütünleşikliği, milli iradeyi arkasına alarak her seferinde aslında iktidar olmayı istemeyen CHP'yi mağlup etmesi, CHP’yi iktidar olmak için halkla dilini ortaklaştırmak zorunda bıraktı. AK Parti, CHP’yi dönüştürdü. Ve şimdi AK Parti kendisi toplumdaki dönüşüme ayak uydurmadan, dönüşen ya da dönüşmeye çalışan bu CHP ile kavga ediyor.