Bazı bilimkurgu dizileri geleceği hayal eder, bazıları ise bugünü daha net görmemizi sağlar. Severance ikinci grupta.
Severance dizisi, iş dünyasının acımasız çalışma koşullarını ve şirketlerin çalışanlarını nasıl manipüle ettiğini anlatan bir yapım.
Nedir bu Severance prosedürü?
Dizinin çıkış noktası basit: Bir şirkette çalışmaya başladığınızda, iş ile özel hayatınızı birbirinden fiziksel olarak ayıran bir prosedüre tabi tutuluyorsunuz. İşe girerken beyninize yerleştirilen bir çip sayesinde, ofise girdiğiniz anda dışarıdaki hayatınıza dair her şeyi unutuyorsunuz. Mesai bittiğinde ise ofiste ne yaptığınızı hatırlamıyorsunuz.
Teorik olarak mükemmel bir sistem: İş hayatındaki stresinizi özel hayatınıza, özel hayatınızdaki sorunları işyerinize taşımıyorsunuz. Ancak bunun kaçınılmaz bir yan etkisi var: İşyerindeki “siz” ve dışarıdaki “siz” artık iki farklı insan. Ve içlerinden biri, o asansör kapısı hiç açılmazsa sonsuza kadar içeride kalacak.
Kurumsal bir labirent
Dan Erickson’ın yarattığı, Ben Stiller’ın yönettiği, Adam Scott ve Britt Lower’ın başrolünde olduğu Apple TV+ yapımı, özgün bir bilimkurgu dizisi. John Turturro ve Christopher Walken gibi isimleri de kadrosunda barındıran dizinin anlattığı Lumon’un ofisleri, bugüne kadar gördüğümüz kasvetli distopyalardan çok, Apple veya Google gibi modern ofislerin abartılı steril versiyonlarına benziyor.
Açık ofis planı, sessiz koridorlar, çalışanın motivasyonunu yükseltmek için konulmuş yapay ödüller ve “şirket aidiyeti” üzerine ezberlenmiş sloganlar…
Bunların hepsi, kurumsal bir işyerinde çalışan herkesin bildiği detaylar.
Hafızasızlık mı?
Dizinin sunduğu temel soru şu: Eğer iş yerinde kim olduğumuzu unutabiliyor olsaydık, bu gerçekten iyi bir şey mi olurdu?
Günümüz iş dünyasında, “iş-özel hayat dengesi” adı altında pazarlanan kavramların çoğu, aslında çalışanın iş yerindeki kimliğiyle dışarıdaki kimliği arasındaki sınırları belirsizleştiriyor. Hafta sonu mesaj atan patronlar, özel telefonuna kurumsal e-posta gelen çalışanlar, Zoom toplantılarında arka planda çocuk sesi duymaktan korkan beyaz yakalılar… İşin bizden daha azını almasını beklerken, tam tersine daha fazlasını alıyor.
Lumon’un sunduğu Severance prosedürü, bunun ters bir versiyonu. İş, özel hayatımıza karışmıyor. Ama özel hayatımız da işe karışamıyor. Ve burada kritik bir nokta var: Eğer iş yerinde başımıza ne geldiğini bilmiyorsak, orada bize nasıl davranıldığını nasıl sorgulayabiliriz?
İşyerindeki Mark, neden ve nasıl terfi ettiğini bilmiyor. Patronunun kim olduğunu dahi sorgulamıyor. O dünyada tek yapması gereken, önüne konulan görevleri tamamlamak. İşyerindeki Helly ise orada çalışmaya gönüllü olup olmadığını bile hatırlamıyor. Ama içgüdüleri ona hep aynı şeyi söylüyor: Kaç! İşin ironisi şu ki, kaçmak istediği yer de belirsiz, çünkü dışarıdaki Helly’nin kim olduğu da onun için bir muamma.
Belki de modern iş dünyasının en büyük yanılsamalarından biri de bu: Ne kadar az şey bilirsek, o kadar mutlu oluruz.
Severance’ın asıl korkutucu yönü
Severance’ın en rahatsız edici yanı, dizinin sunduğu dünyanın fazlasıyla tanıdık olması.
Dizi bilimkurgu olsa da sunduğu meseleler fazlasıyla gerçek.
Günümüz dünyasında, şirketlerin çalışanlarını nasıl şekillendirdiğini, insanların nasıl birer kurumsal kimliğe büründüğünü ve iş hayatının özel hayata nasıl sızdığını düşündüğümüzde, Severance sadece “Eğer böyle bir teknoloji olsaydı ne olurdu?” sorusunu sormuyor.
Asıl sorusu şu: “Aslında zaten hepimiz böyle yaşamıyor muyuz?”
Finansör: Apple
Peki, bu diziyi finanse eden kim? Apple.
Yani, dizinin içinde eleştirilen sistemin en önemli aktörlerinden biri.
Apple’ın çalışma koşulları, özellikle tedarik zincirindeki işçilerin maruz kaldığı kötü muamele, uzun mesailer ve sendikasız çalışma ortamları artık hepimizin bildiği gerçekler...
Görünen o ki, Lumon sadece bir kurgu değil. İronik bir şekilde, dizinin yapımcısı tarafından gerçeğe dönüştürülmüş bir kurgu.
Dizi ilk sezonuyla Apple TV+’ın en çok ses getiren yapımlarından biri haline gelerek platforma rekor seviyede yeni abone kazandırdı. Apple'a göre, dizinin ilk sezonu diğer tüm Apple orijinal dizilerinden daha fazla izleyiciye ulaştı. Şirket, bu ilgiyi bir anlık heves olarak bırakmadı. İkinci sezonun pazarlaması için milyonlarca dolarlık bütçe ayırdı ve tanıtım kampanyasını küresel çapta genişletti.
Bu kampanyanın en çarpıcı hamlelerinden biri ise New York’un kalbinde, Grand Central Terminali’nde kurulan Severance temalı deneyim alanıydı. Günlük telaş içinde istasyondan geçen binlerce insan, bir anda kendilerini dizideki steril ve tekinsiz Lumon ofisini andıran bir ortamın içinde buldu. Beyaz duvarlar, ifadesiz yüzler, kurumsal tabelalar… Sıradan bir iş gününe fazlasıyla benzeyen ama bir o kadar da yabancı hissettiren bir sahne.
Kendimizi gördüğümüz dizi
Diziyi izlediğinizde, ekranın bu tarafında da aynı mekanizmanın işlediğini fark etmek için uzun uzun düşünmenize gerek kalmıyor. Lumon’un steril ofisleri, belirgin sınırlarla ayrılmış dünyalar, çalışanın kim olduğuna değil, ne yaptığına odaklanan sistem… Bunlar bir distopya olmaktan çok, hâlihazırda içinde yaşadığımız gerçekliğin soyutlanmış ve estetikleştirilmiş hali gibi.
Bütün bunlar, dizide kendimizi görmemizi sağlıyor. Türkiye’deki beyaz yakalıların önemli bir kısmı da, “kurumsal” baskı altında. Sigortaları bile tam yatırılmayan çalışanlar, giyim kuşamlarından oturuşlarına, tavırlarına kadar çoğu zaman kurumsallık adı altında eleştiriliyor. Kurumsal olduğunu iddia eden ve şirkete sadakat isteyen yapılar, “Biz bir aileyiz” diyerek çalışanlarından başta karşılıksız fazla mesai ve iş tanımının dışına çıkmak gibi fedakarlıklar da istiyorlar. Genç çalışanların önünü tıkamaktan, içilen kahvelerin parasını çalışandan tahsil etmeye kadar her türlü kurumsal olmayan davranış da Türkiye’deki örnekler arasında.
Çok daha ileri gidildiği de oluyor. Türkiye’de her yıl yüzlerce işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor. 2023’te en az 1932 işçi, denetlenmeyen madenlerde göçük altında kaldı, inşaatlardan düştü, kimyasal gaz soluyarak zehirlendi veya trafik kazalarında öldü. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) raporlarına göre, çalışırken ölenlerin önemli bir kısmı sigortasız. Yani, onların varlığı zaten resmî olarak kayıtlı bile değil. Severance’daki gibi, gerçekten var olup olmadıklarını dahi sorgulayabiliriz.
Bugün Tuzla’daki bir tersane işçisi de, kuryelik yapan bir genç de, bir tekstil atölyesinde çalışan kadın da, hukuk firmasında çalışan genç bir avukat da iş yerinde kendisine ne olduğunu unutmaya mecbur bırakılıyor. Ama Severance’daki gibi bir çip ile değil; geçim sıkıntısı, hukuksuzluk ve çaresizlikle.
Son olarak, eğer siz de diziyi izlemek isterseniz ne yazık ki diziyi yasal yollardan izleme şansınız yok. Apple TV+, dünyada 100’den fazla ülkede aktif ancak Türkiye’de halen mevcut değil. Dolayısıyla Severance’ı izlemek için ya yurtdışından bir hesap bulmanız ya da malum yollara başvurmanız gerekiyor.