Şovmenlik, İngilizcedeki “to show” yani göstermek fiilinden türetilen bir meslektir…
Şov kelimesi bile Türkçeye yeni girmiştir desek mübalağa etmiş olmayız.
Öyle ya, daha düne kadar şov bile “show” şeklinde yazılmıştır.
Üstelik ilk özel televizyon kanallarımızdan birinin ismi de Türkçede “w” harfi bulunmamasına rağmen “Show” olarak seçilmiştir.
Hâl böyleyken şovmen adlandırmasının dimağımızdaki Türkçe fırınından henüz çıktığını söylememe şaşırmayınız!
Türkçede ismini geç alsa da şovun Türkiye’ye gelmesi epey erkendir.
Ta İstanbul Radyosu’nun 1927’de açılmasının hemen ardından hayatımıza giren şov; sırasıyla önce sahne dünyasında, sonra radyo ve televizyon âleminde, bugünse dijital mecralarda karşımıza çıkan bir olmazsa olmazımız artık…
Genetik kodlarımıza uygunluğundan sanıyorum şovun kendisine hemen ısınsak da “şov” kelimesine alışmamız o kadar kolay olmamıştır. Şov tarihimizin efsanelerinden Orhan Boran’ın bir turne anısını nakletmek isterim.
Vasfi Uçaroğlu orkestrasıyla turneye çıkan Orhan Boran, turne ekibiyle Zonguldak’a gelir. Zonguldak’ta o akşam turnenin icra edileceği sinema salonunun kapısında oturur. Bir adam yanaşıp sorar: