“Kolombiya artık kuzeye bakmayı bırakıyor, dünyaya bakıyor, kanımız o zamanın medeniyeti olan Córdoba Halifeliği'nin kanından, cumhuriyeti kuran o zamanın medeniyeti Akdeniz'in Latin Romalılarının kanından geliyor. Amerika kıtasının Washington'dan önce ilk özgür bölgesi olan Kolombiya'da, tüm Amerika'daki Afrika şarkılarına sığınıyorum.
Başkan Trump, bize asla hakim olamayacaksın. Sana topraklarımızda özgürlük çığlığı atan, adı Bolivar olan savaşçı karşı çıkıyor.”
Kolombiya’nın eski silahlı militan solcu başkanı Gustavo Petro’ya bir gece yarısı Eduardo Galeano’nun Latin Amerika’nın Kesik Damarları kitabının herhangi bir sayfasından fırlamışçasına romantik bir dille kaleme aldığı bu açıklamayı yazdıran da sadece 1-2 saat sonrasında geri adım attıran da ABD’nin yeni başkanı Donald J. Trump’tı.
Trump, göreve gelir gelmez Latin Amerika’dan gelen kaçak göçmenleri kelepçeleyerek ve askeri uçaklara koyarak ülkelerine geri göndermeye başlamış ve bunu önceki yönetimlerin aksine sosyal medyadan duyurmuştu. Kolombiya’nın solcu başkanı Petro ise kendi vatandaşlarının bu şekilde geri gönderilmesine karşı çıkmış, ABD’den kalkan iki askeri uçağın iniş yapmasına izin vermemişti.
Petro’nun bu kararı, Trump için bulunmaz fırsattı. Zira göreve başlayalı bir hafta olmuştu ve ilk kez kendi kararına karşı ses çıkardığında bir başka dünya liderine neler yapabileceğini gösterme fırsatı yakalamıştı. Trump hızlıca sarı kolasından bir fırt çekti, patatesini ranch sosuna bandı ve X’e alternatif olarak kurduğu sosyal medya uygulaması Truth Social’dan aldığı yaptırım kararlarını açıkladı: Kolombiya’dan gelen ürünlere yönelik gümrük vergisi %25 artacak, Kolombiya uçakları kabul etmezse haftaya bu artış oranı %50’ye çıkacak, Kolombiya hükümetiyle ilişkili yetkililer ve ailelerine sert vize ve seyahat yasakları uygulanacaktı.
Trump’ın bu kararından hemen sonra Gustavo Petro romantik Galeano mektubunu paylaştı, sonrasında ise geri vites attı, askeri uçakların inmesi dahil tüm şartları kabul etti, üzerine kendi özel başkanlık uçağının bu yolculuklar için kullanılabileceğini söyledi. Trump da bunun üzerine yaptırımları kaldırdı.
Bir gece yarısı iki erkeğin aşık atışmasına benzeyen bu minik uluslararası kriz, Trump 2.0’ın bir ön gösterimi gibiydi. Trump, öfkeli bir New York tüccarı gibi pazarlığı en üstten açmış ve kendi istediğini elde edene kadar taviz vermeden karşı tarafı sarsmıştı. Öfkelendiği zaman her türlü yaptırımı ileri sürebileceğini açıkça göstermişti. Üstüne üstlük, Kolombiya’nın ve diğer Latin Amerika ülkelerinin ABD'nin bu tavrı karşısında Çin’e yaklaşma ihtimalini yok saymış, diplomatik teamüllere veya süreçlere zerre önem vermediğini de kanıtlamıştı. Trump için gümrük vergileri de ideolojik bir araç, kendisine karşı çıkan ülkeleri bir nevi “terbiye etme” yöntemi.
Trump’ın Amerikası’nda artık yumuşak güç, ilkeler, demokrasi ve insan hakları gibi normlar değil, doğrudan ekonomik ve askeri güç hakim. Bu nedenle Danimarka Başbakanı’nı arayıp çok sert bir şekilde Grönland’ı istediğini söyleyebiliyor ve AB, NATO ülkesi bir ülkeyi en sıkı müttefikinin olası bir işgali karşısında endişeler içinde bırakabiliyor.
Bu tür diplomatik krizler pek şaşırtıcı değil. Zira Trump’ın göreve başlamasıyla ABD’de sadece başkan değişmedi, adeta bir rejim değişikliği yaşandı.
Kral öldü, yaşasın yeni kral
Trump’ın ilk gün imzaladığı kararnameler rejimin rengini hemen değiştirdi.