Yaşam bazen insanın böğrüne ağır bir öküz gibi oturup kalıyor. Yaprak kıpırdamıyor o zaman. Su duruyor. Göl bir süre sonra hareketsizlikten kokmaya başlıyor. Dipte çamur fokurduyor. Öyle bir zamanda bir adım atmak gerekiyor. Dışarı ve dünyaya doğru.

Bu, ekseriyetle sürdürdüğün uğraşı bırakmanla başlıyor. Bugüne kadar iyi bildiğin, uzundur yapmayı sürdürdüğün bir işi elinden bırakıp başka bir yola doğru yürüyesin geliyor.

Hayat oradan yeniden kuruluyor. Tuğla tuğla en baştan. Birileri bunu yapabiliyor. İşte o insanların içini merak ediyorum.

“Sana Ne Oldu?” söyleşilerinin üçüncü etabında başka bir halin peşini kovalıyorum.

Her şeyi geride bırakıp yeni bir sayfa açmak nasıl bir şey?

Eğitimini, iş deneyimini kenara koyup bütün hikayelerinden vazgeçmek, yani o güne kadar ektiğin bahçeyi arkanda bırakıp ceketini alıp çıkmak nasıl bir deneyim?

İnsan bir meslekten, o mesleğin etrafına inşa ettiği bir hayattan nasıl vazgeçer?

Pişmanlıklar, özlemler var mıdır? 

En baştan başlayınca sana ne oldu?

İlk muhatabım Tuğçe Kıltaç.

Tuğçe, Anadolu Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü Tiyatro Anasanat Dalı mezunu. Bu işin sahnesinde de setinde de dublaj stüdyosunda da uzun zaman emek vermiş bir oyuncu. Artık bir süper yat şefi. Aslen “tam bir Kadıköylü” ama evini birkaç yıl önce Dalaman’ın bir köyüne taşıdı. Kışları karada kendi yaşamına bakıyor, yazları denizde yemek pişiriyor.

Süper yat şefi olmak ne demek, bunu tabii ki soracağım. Ama önce oyunculuk kısmından başladım. Oyunculuk hevesi insana genelde erken bulaşır ya, onun hikayesini merak ediyorum. Acaba oyunculuk çocukluk hayali miymiş?

“Seksenlerde çamaşır makinesinin üzerine örtülen o zevksiz tül örtülerden kendine elbise yapıp Türkiye Güzellik Yarışması’na katılmayı hayal eden dangalak bir çocuktum ben ya! (Gülüyor) İsmimin Ebru olmayışına üzüldüğüm altı yaşlarımı hatırlıyorum. Annem beni yedi yaşında ‘evladım sosyalleşsin’ diye tiyatro kursuna başlatınca sanırım, böyle bir şey de varmış demek, diye düşünmüştüm.”

Tuğçe okullu bir oyuncu. Konservatuvara girmek de kolay iş değil. Çok insan başvuruyor, az insan kazanıyor. Acaba Tuğçe sınavı kazandığında ne hissetmiş?

“Sınava yakın bir arkadaşımla birlikte girdik. İlk aşamayı ikimiz de geçmiştik. İkinci aşamanın sonuçları asıldığında, sekiz kişilik listede benim adım vardı ama onunki yoktu. Karmakarışık duygulardı. 17 yaşındaydım ve olanca şişmanlığıma rağmen dört yüz kişinin girdiği bir sınavı kazanmıştım. Ama arkadaşım kazanmadığı için ‘evvet işte budur!’ diyemedim o an. Aynı günün gecesi, Eskişehir’den İstanbul’a onunla ve ailesiyle döndüm. Benim kutlamalarım ancak ertesi gün başlayabildi.”