Medya Özgürlüğü Acil Müdahale (MFRR) konsorsiyumu tarafından hazırlanan Medya Özgürlüğü İzleme Raporu 2024, Avrupa Birliği (AB) Üye Devletleri ve aday ülkelerde basın özgürlüğünde kaygı verici bir gerileme olduğunu ortaya koyuyor.
Raporda, sadece 2024 yılında, 35 ülkede 2,568 haberci ve medya kuruluşunu etkileyen 1,549 ihlal belgeleniyor. Türkiye, yaygın hukuki taciz, sansür ve devlet tarafından organize edilen sindirme politikalarıyla medya çalışanları için en tehlikeli ortamlardan biri olarak öne çıkıyor.
Bulgular, bağımsız sesleri susturmaya yönelik sistematik bir girişimi gösteren, habercilik faaliyetlerini engelleme, gözdağı verme ve hukuki tehditlere ilişkin endişe verici bir modeli ortaya koyuyor. Aday ülkelerdeki yüksek tutuklama ve hapis sayıları özellikle endişe verici; Türkiye ve Gürcistan gazetecilere yönelik devlet öncülüğündeki baskılarda başı çekiyor.
Tekil ülke raporlarının ötesinde, MFRR'nin tematik analizi medya özgürlüğüne yönelik daha geniş kapsamlı tehditlerin altını çiziyor; bu tehditler arasında derin sahtecilik odaklı parodi saldırılarının artması, bağımsız haberciliğe yönelik seçimle ilgili kısıtlamalar ve çevre konularını ele alan gazeteciler için artan riskler yer alıyor. Polis, güvenlik güçleri ve yargı kurumları da dâhil olmak üzere devlet aktörlerinin medyaya yönelik baskının failleri olarak artan rolü, aday ülkeleri AB'deki muadillerinden ayıran tehlikeli bir eğilim.
Türkiye otoriter medya kontrolüne doğru düşüşünü sürdürürken, bağımsız gazetecilerle daha güçlü uluslararası savunuculuk ve dayanışma ihtiyacı hiç bu kadar ivedi olmamıştı.
Eleştirilere yönelik amansız baskılar, yaygın sansür ve gazetecilere yönelik yargı tacizi devam ederken, Türkiye'de medya özgürlüğünün durumu vahim bir vaziyette. Medya Özgürlüğü İzleme Raporu 2024, bağımsız haberciliğin kuşatma altında olduğu bir manzaranın kasvetli bir resmini çiziyor. Türkiye'de medya özgürlüğüne yönelik süregelen saldırılar yalnızca ülke içi bir mesele olmayıp, tüm dünyada demokrasi ve insan hakları açısından ciddi bir endişe kaynağı.
Artan yasal baskılar
Türkiye'de gazetecilik faaliyetlerini bastırmanın en yaygın yöntemi, haberciliği suç haline getirmek için yasal araçların kullanılması.
Rapora göre, yasal olaylar tüm medya özgürlüğü ihlallerinin yüzde 64,4 gibi şaşırtıcı bir oranını oluşturuyor. Gazeteciler sürekli olarak tutuklanma, gözaltına alınma ve hapsedilme tehditleriyle karşı karşıya kalırken, izleme döneminde en az 128 gazeteci yasal baskı ağına takıldı.
Bu baskının bir aracı olan 'yabancı etki ajanı' yasa tasarısı, yasalaşması halinde hakimlerin "devletin siyasi çıkarlarına" karşı hareket ettiği düşünülen kişilere verilen hapis cezalarını yedi yıla kadar uzatmasına olanak tanıyacak.
Görünüşte şeffaflığı artırmaya yönelik bir tedbir olarak çerçevelenen tasarı, otoriter rejimlerdeki benzer baskıcı mevzuatı yansıtıyor ve bağımsız gazetecilik ve sivil toplum için ciddi bir risk oluşturuyor.
Geçici olarak ertelenmiş olsa da, yaklaşmakta olan tehdit medya özgürlüğüne gölge düşürmeye devam ediyor.
Baskı ve fiziksel tehditler
Yasal baskının ötesinde, Türkiye'deki gazeteciler kişisel güvenliklerine yönelik ciddi tehditlerle karşı karşıya.
Araştırmacı gazeteci Murat Ağırel vakası özellikle endişe verici olmak üzere, raporda en az 11 gazetecinin ölüm tehdidi aldığı belgeleniyor.
Anonim çevrimiçi tehditler ve fiziksel şiddet de dahil olmak üzere yıldırma taktiklerinin kullanılması, eleştirel haberciliği engelleyen bir korku iklimini besliyor.
Sinan Ateş cinayeti davası gibi siyasi açıdan hassas davaları takip eden gazeteciler de sözlü tehditlerin ve hukuki süreçlerin hedefi oluyor. Tehlike bireysel olarak gazetecilerle sınırlı kalmayıp, haber kuruluşlarına da yöneliyor. Özellikle Kürt gazeteciler ve medya kuruluşları, yaşama yönelik şiddet de dahil olmak üzere orantısız bir baskıyla karşı karşıya kalıyor.
Gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin'in Türkiye tarafından gerçekleştirildiğinden şüphelenilen, insansız hava aracı saldırısında yaşamlarını yitirmesi, Kürt meselesini haberleştirenlerin karşı karşıya kaldığı tehditleri vurguluyor.
Sansür ve dijital baskı
Türkiye’de iktidar bilgi akışını kontrol etmek için giderek daha fazla dijital sansüre başvuruyor. Yetkililer eleştirel haber sitelerine ve sosyal medya hesaplarına erişimi defalarca engelledi. İktidar kontrolündeki medya düzenleyici kurumu RTÜK, Açık Radyo gibi bağımsız kanalları kapatarak ve siyasi açıdan sakıncalı haberlere yayın yasağı getirerek bu çabalarda önemli bir rol oynuyor.
Dezenformasyon yasasının uygulanması durumu daha da kötüleştirdi. Gazeteciler "terör propagandası yapmak" ya da "cumhurbaşkanına hakaret etmek" gibi muğlak suçlamalarla yargılanıyor ve iktidar söylemiyle çelişen her türlü araştırmacı haberciliğin önü kesiliyor. Dijital alanların daraldığı ve bağımsız seslerin susturulduğu bir ortamda, temel bilgiye erişim hakkı varoluşsal bir tehdit altında.
Medya özgürlüğünün sürdürülebilirliği: İleriye doğru bir yol
Türkiye'de basın özgürlüğünün içinde bulunduğu vahim durum göz önünde bulundurulduğunda, giderek artan bu otoriterleşmeye karşı ortak hareket edilmesi gerekiyor.
Basının rolünün korunması ve toplumun bilgiye erişim hakkının güvence altına alınması için çeşitli tedbirlerin alınması elzem:
- Uluslararası savunuculuk ve baskı: Avrupa Birliği, insan hakları örgütleri ve medya özgürlüğü grupları, baskıcı yasaların yürürlükten kaldırılması ve gazetecilere yönelik yargı tacizinin durdurulması için Türkiye’deki makamlar üzerindeki baskıyı sürdürmeli.
- Gazeteciler için hukuki destek: Keyfi gözaltı ve yasal yıldırma ile karşı karşıya kalan gazetecilere acil destek sağlamak adına bağımsız adli yardım ağları güçlendirilmeli.
- Alternatif medya mecraları: Dijital sansürün yükselişi, dağınık-merkez mecralar, şifreli iletişim araçları ve uluslararası işbirlikleri de dahil olmak üzere medya yayılımına yönelik yenilikçi yaklaşımları gerekli kılıyor.
- Toplumsal farkındalık ve dayanışma: Türkiye sivil toplumu medya özgürlüğünü savunmak için harekete geçmeye devam etmeli ve baskının demokrasi ve temel haklar üzerindeki etkisi konusunda farkındalık yaratmalı.
Türkiye’de hükümetin medya özgürlüğüne yönelik sistematik saldırısı demokrasiye karşı bir hakaret niteliğinde. Gazetecilerin misilleme korkusu olmadan faaliyet göstermelerine izin verilmeli ve yurttaşlara çeşitli bilgi kaynaklarına erişim hakkı tanınmalıdır. Eğer Türkiye demokratik yönetişimin herhangi bir görüntüsünü yeniden kazanacaksa, medya özgürlüğünün yeniden tesis edilmesi en önemli öncelik olmalıdır.