Fayn Haftalık yine ülkemiz için zor geçen bir haftayı sizinle beraber kapatmak için burada.
Yoğun gündemden editör masamıza düşenlere beraber göz atalım.
Hiçbir şey olmasa bile bir şeyler oluyor
19 Mart ve sonrasında yaşananların Türkiye siyasetinde bir kez daha büyük bir kırılma yarattığı açık. CHP belli ki AKP’nin kendisinden beklediklerini yapmadı. Onun yerine yaptıklarıysa iktidar partisini oldukça rahatsız etti. Siyaset bilimci Prof. Dr. Evren Balta’ya göre, 19 Mart sonrası, sadece siyasetin değil, toplumsal enerjinin de yeniden biçimlendiği bir dönemin başlangıcı. Bu, aktörlerin niyetlerinden bağımsız olarak ortaya çıkan ve siyasetin yeniden yazıldığı bir eşik.

ABD-Türkiye ilişkileri ve ex’ten next olur mu sorunsalı
Turuncu Abi bir kez daha ABD Başkanı olduğundan beri Tayyip Erdoğan’a ne kadar harika bir lider olduğuna dair övgüler düzüyor. Birbirlerinden hoşlanmaları çok tuhaf olmaz. Tarzlarında farklılıklar var ama benzerlikleri daha fazla. Diğer yandan bu yere göğe koyamamaları Trump’ın ilk döneminde de duymuştuk. Sonra bir anda iltifatı kesti. Türkiye’ye yaptırım uyguladı. Erdoğan’a millî itibarımızın üzerinden TIR gibi geçen “akıllı ol” mektubunu yazdı. Şimdi soru şu: Bu tatlış hava esmeye devam edebilir mi? Ortada Gazze, Suriye, yaptırımlar gibi sorunlar varken ilişkilerde yeni bir sayfa gerçekten mümkün mü? Cevabı aradık.

Çifte afet: Deprem + hukuk devleti krizi
Şehircilik alanında yetkinliği defalarca kanıtlamış bürokratlar tutuklandı. Biz de yine deprem olduğunda “nasip kısmet meselesi” tonundan çalanlarla baş başa kaldık. 23 Nisan’da gerçekleşen 6.2’lik deprem bir kez daha İstanbul’un hiçbir şeye hazır olmadığını, toplanma alanı bile bulunmadığı gibi bulunan alanların da rant kapısına dönüştürüldüğünü gösterdi. Özgün Rüya Oral, İstanbul halkının göz göre göre yürütüldüğü felaket senaryolarıyla dolu yolu yazdı.

Toplanma alanlarına ne oldu?
Peki bu bahsettiğimiz alanlar nerede? Toplanma alanımızı nasıl buluruz? Bulmasına bulduk diyelim alan gerçekten güvenli mi? Yoksa iş olsun diye mi gösterilmiş? Sinem Hızarcı, İstanbul’un tartışmasız en büyük sorunu toplanma alanlarını araştırdı.

Boşa geçen zamanlar ve hazırlanamayanlar
“Deprem konusu deprem zamanı tartışılacak bir şey değildir” cümlesini çok severiz. Prof. Dr. Naci Görür söylemişti. Gerçi biz iki yıldır tartışıyoruz. Deprem olunca da yine tartıştığımızla kaldığımızı görüyoruz. Hoca “Devlet, hükümet, yerel yönetim ve halkın birleşmesi lazım” da demişti. Onu da olduramadık. Devlet ve hükümet kavram olarak birbirine karıştı, diğer ikisini tutuklayıp duruyor. Biz yine de elimizden geleni yapalım ve Görür’ün Fayn’a verdiği o röportajı hatırlatalım.

Övünün büyükler!
23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı vesilesiyle biraz çocukların durumundan bahsedelim. Okul dışında kalan çocuk sayısı son üç yılda hızla arttı. 600 bini geçti. “Nerede bu okula gitmeyen çocuklar?” diye merak ediyorsanız şantiyelerdeler, sanayideler, atölyelerdeler… 2024 Cumhuriyet tarihinde en fazla çocuk işçinin öldüğü yıl oldu. Bitmedi. Okula gidenlerin de durumu parlak değil. Her dört çocuktan biri okula aç gidiyor. OECD ülkeleri arasında öğrenci başına en az para harcanan ikinci ülkeyiz. Eğitimin maddi yükünün ailelere yüklenmesinde ise birinci. Bu tabloya bakıp da “İyi bayramlar” diyebilen varsa ona da “İyi bayramlar”.

Tutuklu çocuklarımızın durumu
Ekrem İmamoğlu ve beraberindeki 100’e yakın kişinin tutuklanması üzerine başlayan protestolarda 300’den fazla öğrenci tutuklandı. Öğrencilerin birçoğu yapılan itirazlar sonucu tahliye edilirken, 57 öğrencinin hâlâ cezaevinde olduğu belirtiliyor. Bu süreçte, bazı öğrenciler sınavlarını kaçırdı, bazıları ise sağlık sorunları yaşadı. O öğrencilerden biri de kronik kalp ve böbrek hastası 22 yaşındaki Esila Ayık. Fayn, Ayık ve diğer öğrencilerin durumunu takip ediyor.

Bir yok etme projesi: Kanal İstanbul
Yüzbinlerce imza, bilim insanlarının haklı itirazları, böyle bir şeye hiç ihtiyacı olmayan bir ekonomi ve çözülmesi gereken yüzlerce başka derdi olan İstanbul… Bunların hiçbiri Tayyip Erdoğan’ı “çılgın projesi” Kanal İstanbul’dan vazgeçiremiyor. Hatta CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve diğer belediye yetkililerinin tutuklanmasının nedenlerinden birinin, iktidarın Kanal İstanbul ısrarı olduğunu iddia ediyor. İmamoğlu tutuklanır tutuklanmaz kanal çevresinde inşaatlara başlanması da iddiasını güçlendiriyor. Cumhurbaşkanı ve burada doğacak ranttan nasiplenecekler hariç kimsenin istemediği proje hakkında bilinenleri unutmamak, unutturmamak için derledik.

Toprağını korurken öldürülmüştü
Önce “Yeşil Yol”, sonra HES’ler ve sonu gelmeyen vahşi madencilik projeleri… Karadeniz’in her yanı, yıllardır acımasızca talan ediliyor. Köylüler direniyor, olmuyor. Çevreciler ses çıkarıyor, üstlerine jandarma sürülüyor. Ama bu insanlar topraklarını savunmaktan vazgeçmiyor. Reşit Kibar da vazgeçmeyenlerden biriydi. Artvin Hopa’da, Cankurtaran Ormanı’nın talan edilmesine karşı yıllardır en önde mücadele ediyordu. “Burada bir ağaç düşerse, benim selam okunur” demişti. İş makinelerinin ormana girdiği ilk gün, ilk ağacı devirdiklerinde, onları durdurmak isterken vuruldu. Cinayetten yedi ay sonra görülen davanın ilk duruşmasında yine eksik gedik bir iddianame, bir adam sendecilik geldi mahkemeye. Reşit Kibar kimdi? Korumak için canından olduğu orman nasıl bir yerdi? Bu barbarlar Kibar’dan, Artvin’den, Karadeniz’den ne istiyor? Fayn hatırladı ve hatırlattı.

Yeşiliyle siyahıyla üstelik bileğinin de hakkıyla
Kulüplerin küme düşmesi sonra da iflas etmesi adetten. Genelde bu sürecin sonunda başka bir kulübün haklarını alıp ismini kendi isimleriyle değiştirerek geri dönüyorlar. 90’ların sonunda ligi tarumar eden Kocaelispor da bir süre önce düşe düşe Bölgesel Amatör’e kadar inmişti. Son yıllarda arka arkaya kazandıkları şampiyonluklarla yukarı çıktılar. Bu sezon da Süper Lig’e geri dönüyorlar. Üstelik başta bahsettiğimiz kulüplerden farklı olarak bildiğimiz Kocaelispor’u hiç kapatmadan, hülleye, etrafından dolaşmaya, antine kuntine bulaşmadan. Bu ibretlik başarıyı Fayn’ın spor kanadı analiz etti.

Arkadaşlık öldü mü? Issız ahlak kaldı mı?
Bu hafta size yine harika bir ahlak sorumuz var. Gerçi bazen Türkiye’de bu ahlak işine bir tek biz kafa yoruyormuşuz gibi gelmiyor da değil. Neyse. Sorumuz daha doğrusu okurumuzun sorusu şu: Arkadaşımız yanlış işler yaptığında sırf arkadaşımız diye onu savunmaya devam etmeli miyiz? İyi arkadaş, iyi dost olmak mı daha ahlaki? Yanlışa yanlış ve müdahale etmek mi? Soru güzel. Bekçimizin cevabı daha güzel.



Uzun zamandır beklenen “Saykoterapi: Bir Seri Katil Hakkında Yazmaya Karar Veren Yazarın Sığ Hikâyesi” nihayet vizyonda. New York’ta ünlü Amerikan oyuncularla film çeken Tolga Karaçelik’le kült filmlerin vazgeçilmez oyuncusu Steve Buscemi’yi, neandertalleri, lamayı, çift olmaya duyulan inancı ve kendini ciddiye almayan yazarın sığ hikâyesini konuştuk. Sonra da önerdik.
