Özgür Demirtaş’ın geçen hafta yaptığı “Türkiye'deki üniversitelerin büyük çoğunluğu kötü. Kötü bir üniversiteye gideceğinize üniversiteye gitmeyin." yorumu günümüz gençleri için çarpıcı bir gerçekliği yüzümüze vuruyor.
TÜİK’e göre artık Türkiye’deki her 4 kişiden 1’i üniversite mezunu. Lisans eğitim bir norm, lisansüstü eğitim ise işverenler tarafından tercih edilmek için bir gereklilik.
Buna rağmen kayıtlı lisans mezunları arasındaki resmi işsizlik oranı 25%. 15 ve 29 yaş arası gençlerin neredeyse 3’te 1’i ne eğitimde, ne istihdamda, yani “ev genci.”
Nitelikli ve niteliksiz elemanların maaşları arasındaki fark kapanıyor. Ülkenin neredeyse yarısı 22 bin 104 lira olan asgari ücret alıyor.
Düşüşte olan eğitim kalitesi ve liyakat sorunu da bunlara ek olunca, bu gençler ne yapsın?
Türkiye’deki 208 üniversitenin çoğu büyükşehirlerde olsa da, 1980’lerden itibaren az gelişmiş, orta büyüklükteki şehirlerde kurulan üniversite sayısında kayda değer bir artış oldu.
Şehirler arası gelişmişlik farkını ortadan kaldırmak ve ekonomiyi canlandırmak için atılan bu adımlar ile “nitelikli elemanlar” sadece büyük şehirlerde yetiştirilmeyecekti. Bu girişim meyvesini verdi.
Herkes üniversite diplomalı olunca, ara eleman dediğimiz nitelikli işçi bulmak sorun oldu. Mesleki liselerde sunulan makine tasarımı ve elektrik-elektronik teknolojisi bölümlerinin öğrenci sayıları ihtiyaca oranla bir hayli düşük.