Al Pacino ve Robin Williams’ın başrollerinde oynadıkları 2002 yapımı suç hikayesi Imsomnia’yı bilenler vardır. Filmdeki dedektif karakteri, zaten uykusuzluktan mustarip olduğu yetmezmiş gibi, Alaska’da küçük bir şehirde güneşin batmak bilmediği bir mevsime denk gelmiştir.
Ama uykusuzluk, bugün sadece hafif kafadan kontakların değil, bütün dünyanın derdi.
Melatonin içeren takviyeler, uyku hapları, yatak odasını belli bir sıcaklıkta tutmak için termometreler, 10 üzerinden bilmem kaç sertlikte tam ortopedik yataklar, içeri bir damla ışık sızmasın diye sıkı sıkı kapatılan karartma perdeleri, gözlere ipek uyku bantları, sakinleştirici bitki çayları, kulak tıkaçları, uykuya birkaç saat kala girilen ekran diyeti, odayı elektroniklerden arındırma, öğleden sonra çay ve kahveye veda, gece çişe kalkmaya gerek kalmasın diye su bile içmeme…
Dünyanın azımsanamayacak bir kısmı, yeterince ve nitelikli uyuyamamaktan şikayetçi ve bir damla (siz onu kesintisiz sekiz saat diye anlayın) uyku için yapamayacağı şey yok.
2019 yılında yapılan Philips Global Uyku Anketine göre, dünya çapında yetişkinlerin yüzde 62’si istedikleri kadar iyi uyuyamıyor. Yüzde 44’ü ise uyku kalitelerinin özellikle son beş yılda kötüleştiğini söylüyor.
Bir de gebelikte koca bir göbek, menopozda da ateş basmaları yüzünden uykusu heba olan kadınları düşünün. Gerçekten de kadınların uykusuzluk riski, erkeklere kıyasla yüzde 40 daha yüksek. (Philosophical Transactions of the Royal Society, 2016)
Uykusuzluk etrafında dönen dev bir endüstri var. Dünyacak gözümüz kapanıyor, ama uyuyamıyoruz.
Uykusuzluk uzun vadede çare arayanları esrar (yüzde 6) ya da düzenli içki kullamaya (yüzde 9) dahi itebiliyor.
Kimler uykusuz?
Uykusuzluk, kaygı, huzursuzluk, pişmanlık, vicdan azabı gibi tüketici hislerin sahnesi: Gün içinde kaçtıklarımız, döşekte kıstırıyorlar köşeye, “zalım yastık diken oluyor yüzümüze.”
Nevresimlerle dalaşıyor, yorganla güreş tutuyor, döne döne helak oluyor ama bir türlü dalamıyoruz. Uyuyamadıkça daha çok kaygılanıyor, iyice ayılıyoruz.