‘‘500 milyon Avrupalı, 300 milyon Amerikalıdan kendilerini 140 milyon Rustan korumasını istiyor.’’
Bu hesap size de ironik geliyor mu?
İfade, Polonya Başbakanı - aynı zamanda Avrupa Birliği’nin eski liderlerinden - Donald Tusk’a ait.
Elbette ki askerî güç ya da güvenlik söz konusu olduğunda nüfus her zaman önemli değil, milyonlarca nüfusu olan ama doğru dürüst askerî gücü olmayan birçok Asya ülkesi biliyoruz. Fakat burada NATO gibi dünyanın en güçlü askerî ittifakının tamamına yakınını oluşturan, ekonomisiyle ve her alanda gelişmiş teknolojileriyle dünya politikasını yönlendiren Avrupa ülkelerinden söz ediyoruz.
Peki ne oldu da Avrupa, güvenliği için ABD’nin yardımına muhtaç hale geldi? Önce ona bakalım; sonra da yeni arayışlara ve Türkiye’nin bu arayıştaki yerine…
İkinci Dünya Savaşı sonrası küllerinden doğmaya çalışan Avrupa
İkinci Dünya Savaşı’nda, başlangıçta, Avrupa dönemin Nazi Almanyası karşısında tabir-i caizse dağıldı. Fransa, Polonya hatta kuzeydeki Norveç gibi ülkeleri bir bir işgal edilen, Londra’da ağır bombardımana maruz kalan Avrupa, Sovyetlerin direnişi ve Nazilere ağır kayıplar verdirip ilerlemesine ilaveten 1942’de de ABD’nin müdahil olmasıyla savaştan ‘zaferle’ çıkabildi.
Savaş biterken, artık Nazi Almanyasının kaybettiği herkesin malumu iken, ABD ve Rusya arasında “İttifak ülkeleri kazandı, ama hangisi en çok kazandı?” yarışı başlamıştı. Tam da bu sırada ABD, Nazi Almanyasının müttefiki Japonya’ya iki atom bombası atarak "En çok ben kazandım, çünkü en gelişmiş askerî teknoloji bende" dedi. Sonra da malumunuz, 21. yüzyılın başına kadar süren bir Soğuk Savaş başladı.
Tüm bunlar olurken Avrupa, güçlü liberal demokrasiler geliştirdi, ekonomilerini güçlendirdi, barış ve istikrar odaklı politikalar izledi. Gücünü de bu değerlere dayanarak oluşturdu, askerî kapasiteye değil… Hal böyle olunca savunma konusunda Soğuk Savaş’ta en yakın müttefiki olan ABD’ye muhtaç hale geldi. NATO, Atlas Okyanusu’nun iki yanındaki bu ittifakı güçlendirmek için kuruldu.
İngiltere’nin, Fransa’nın ve askerî harcama kısıtlamaları kaldırıldıktan sonra Almanya’nın da en yeni teknolojiler üzerine çalışarak ordularını ne kadar güçlendirdiklerini hafife almayalım. Yine de olası bir Rusya saldırısında ABD’nin askerî desteği hep hayati önemde oldu. Rusya, 2022 yılında AB ve NATO ülkelerinin kapı komşusu Ukrayna’ya saldırdığında da bunu hep birlikte gördük.
Trump denklemi bozdu
Rusya’nın Ukrayna’da savaşı başlattığı yıl, eski düzene sıkı sıkıya bağlı, Avrupa’nın güvenliğini liberal demokrasilerin yaşaması yani ABD’nin en önemli müttefiklerinin ayakta kalması için sonuna kadar desteklemeye hazır Joe Biden Beyaz Saray’daydı. Ancak 2025 yılının 20 Ocak’ında yerini Cumhuriyetçi Parti’den başkan seçilen Donald Trump’a bıraktı.
Trump, Biden’dan önceki dönemde de ABD Başkanı’ydı, o zaman da NATO’ya yoğun eleştiriler yapıyor, Avrupa ülkelerini savunmaya yeterince harcama yapmamakla suçluyordu. O dönem Avrupa’nın kapısında Ukrayna gibi bir savaş yoktu, Avrupa tedirgin olmakla birlikte yeni arayışlar için somut bir adım atmadı.
Bugün ise ABD Ukrayna’ya yardımı kesmeye hazırlanıyor, Rusya ile ilişkileri yeniden rayına oturtmak için üst düzey görüşmeler yapıyor. Putin’e mavi boncuk uzatırken Avrupa ülkelerine “Yakında kendi başınızın çaresine bakmanız gerekebilir, ben hayat boyu size garanti olamam” diyor. Adeta ABD ve AB boşanıyor.
Bugün mevzu Ukrayna savaşı ve Rusya’nın saldırganlığı gibi görünebilir ancak ileride saldırının nereden geleceği, güvenlik sorununun nerede patlak vereceğini bilemeyiz. Trump yerine başka bir başkan gelse de Avrupa’nın farkına vardığı bir şey var: ABD, istemediği zaman Avrupa’nın güvenliğine dair politikasını değiştirebilir, Avrupa kendi kendini savunmak zorunda kalabilir.