Eylül Alnıaçık, Özlem Güçlü, Mine Yıldırım
Geçen günlerde AKP ve MHP oylarıyla Meclis’te onaylanan “5199 nolu Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” sokak köpeklerinin yaşam ve iyi yaşam haklarını geri dönülmez biçimde çiğneyen değişiklikler üzerine kurulu.
Tarım Komisyonu’ndan geçerek Meclis oylamasına gelen yasa taslağı, kent sokaklarında “sahipsiz” köpeklerin olmaması gerektiği ve sokakta yaşayan köpeklerin insan sağlığı için “tehlike” arz ettiği varsayımlarına dayandırılıyor.
Bu varsayımlar esasen modern-Avrupa merkezci (ve insan-merkezci) yaşam ve ilişkilenme biçimlerinin tahakkümüyle şekillenir. Aslında canlıların “sokak hayvanı” ya da “sahipsiz hayvan” gibi terimlerle tasnif edilişi bu ilişkilenme biçiminin geçmişine ve bugününe dair de birçok şey söyler.
Zira kent sokaklarının modernleşme ile beraber kamusal-özel ayrımından nasibini alarak gitgide müşterek bağlarından koparılması ve mülkiyet ilişkilerinin türler üzerinden sürdürülmesi, bahsedilen hâkim ilişkilenme biçimlerini açığa serer.
Onaylanan yeni yasa önerisiyle bu coğrafyanın türlerarası ilişkilenme ve ihtimam biçimlerinin de yerlerini tek tipleşmiş, küresel modellere bırakması amaçlanıyor.
Oysa her insan toplumu bir hayvan toplumudur ve diğer hayvanlarla kıyas kabul etmeyen, biricik ilişkileriyle yaşamı kurar.
Şiddet ve ihtimam arasında
Bu coğrafyanın şiddet ve ihtimam arasında gidip gelen biricik ilişkisinde ise ibre bugün, alenen şiddete doğru zorlanmaktadır.
Hâlbuki Osmanlı İmparatorluğu döneminde hayvanlara yönelik korumacı yaklaşımın izlerini, 16. yüzyıl gibi erken bir tarihte çıkarılan kanunlarda dahi takip etmek mümkün.
Yine aynı dönemlerde Doğu gezisi sırasında İstanbul’a gelen Pierre Belon, sultanların canlı hayvan koleksiyonlarındaki (ménagerie) hayvanların iyi bakımını ve beslenmesini önemsediğini, onlara “tatlılıkla” muamele ettiklerini yazar ki bu, hayvanların Osmanlı’da sahip oldukları toplumsal değeri de ortaya koyar.